27 Kasım 2008 Perşembe

Yoksa Gizledigin Bir Seyler Mi Var Kasim?





Bu fotoğrafları geçtiğimiz cumartesi günü çektim.
Şu tomurcuklar ve çiçekler içindeki ağaç hayal miydi gerçek mi?
Gerçek...
Bugün yine önünden geçtim, aynı ihtişamla yerinde duruyordu...
Nedir? Anlayamadım?
:)

26 Kasım 2008 Çarşamba


Yabanıl e-mail grubunda paylaşılan bir video

http://banksy.co.uk/films/index.html

24 Kasım 2008 Pazartesi

Yaban, -bugün benim de Nükhet Hanım'ın sayfasında izlediğim- aşağıdaki videonun sayfalarımızda çoğalmasını isteyerek çok güzel bir çağrıda bulunmuş. Ben de onun çağrısına kendi sayfamda katılıyorum.

Bir kişi daha öğrenmiş, farketmiş olursa ne güzel, ne mutlu...


Wake Up, Freak Out - then Get a Grip (Türkçe) from de scape on Vimeo.

23 Kasım 2008 Pazar

Cuma



cumartesi



pazar


pazar günü görselini internetten buldum :)

22 Kasım 2008 Cumartesi

Sabah kaltığımızda arabaların üstlerinde ve ağaç dallarında kar vardı yine, belli ki gece yağmış. Günden güne yaklaşıyoruz mutlu sona, elbet bir gün her yer bembeyaz olacak ve ben perdenin arasından odaya vuran o parlak beyaz ışıktan anlayacağım bunu, daha yataktan kalkmadan.
Ve artık kar yağarken söyleyebileceğim bir şarkım var benim de, Evren sağol! :)




Let it snow
Oh the weather outside is frightful,
But the fire is so delightful,
And since we've no place to go,
Let It Snow! Let It Snow! Let It Snow!

It doesn't show signs of Pauseping,
And I've bought some corn for popping,
The lights are turned way down low,
Let It Snow! Let It Snow! Let It Snow!

When we finally kiss goodnight,
How I'll hate going out in the storm!
But if you'll really hold me tight,
All the way home I'll be warm.

The fire is slowly dying,
And, my dear, we're still good-bying,
But as long as you love me so,
Let It Snow! Let It Snow! Let It Snow!

Take it easy!

herşeyin bir kolayı var değil mi ama? kasmayalım hiç :)


21 Kasım 2008 Cuma

Kalori hesaplayıcı

Heheheh, öyle icap etti, gözümün önünde dursun :)))
Keşke kar yağarken söylenebilecek neşeli bir şarkı olsaydı diyorum sabahtan beri. İçinde kar yağması geçen bütün şarkılarda hüzün var galiba.
Hamburg'da lapa lapa kar yağıyor benim yüzümde güller açıyor. Açtim tülleri sonuna kadar, pişirdim türk kahvemi keyfime diyecek yok! :)

Dün Haydins Moskova'ya yağıyor demişti bloğunda, içimden bugün yarın buraya da iner demiştim, bir bağlantı kurduğumdan değil de hissiyat olarak. Sabah kalkıp perdeleri açınca çığlığı bastım.

Kar benim için sürpriz kelimesiyle bir sanki. Yağacağını önceden bilmeyiz de sabah kalkıp perdeleri açınca görürüz ya çoğunlukla.

Öyle işte :)

20 Kasım 2008 Perşembe

Bir adam düşünün...

15 yıl önce şehirlerarası otobüs şoförlüğü yaparken, kullandığı otobüsün muavini, bu adamın karısını ve iki çocuğunu öldürüyor.
Sonra adam başka bir kadınla evleniyor ve ondan da bir kız çocuğu sahibi oluyor. Kız çocuğu 11 yaşına geliyor. Adam yine iş için şehir dışında iken, ailesine ısrarla denemesine rağmen ulaşamayınca yakınlarından yardım istiyor.
Evlerine giden yakınları, küçük kızı ölü, anneyi de koma halinde buluyor. Meğer anne cinnet geçirip 11 yaşındaki kızını boğarak öldürmüş ve sonra da ilaç içip intihara teşebbüs etmiş.

Şimdi o zavallı babayı düşünüyorum da... Bu nasıl bir kader... İnsan her yaşadığı olumsuzluktan bir şeyler öğreniyorsa, bu adam hala neyi öğrenememiş olabilir? Ve ikidir hayatına giren kadınların ve çocukların ne suçu vardır?
İlginç değil mi...

19 Kasım 2008 Çarşamba

Dinlenesi...

Youtube'u acamayanlar icin, ayrica linkleri veriyorum. Tünellerden gecip bakabilsinler diye:)

Raoul Midon

http://www.youtube.com/watch?v=eylt6x1qGBo




India Arie
http://www.youtube.com/watch?v=0Zbn7Khv8zM



ve Peter Fessler
http://www.youtube.com/watch?v=f_2PCyeKblE



iyi dinlemeler :)

18 Kasım 2008 Salı

Uyuyan Kadınlar_Resimler ve Fotoğraflar

Elbette çok daha fazlası var... Sadece küçük bir seçki hazırladım...


Schlafende Frau_Oskar Kokoschka




flickr by enboheme



Sleeping Woman_Richard Diebenkorn




Sleeping Woman_Anne Rothenstein




Sleeping Woman_Andrew Stevovich



Sleeping Woman_Sandor Liezen-Meyer




Sleeping Woman_Merike




Sleeping Woman_Colin Watson





Sleeping Wpman_Johann Baptist Reiter





Sleeping Woman (Hendrickje)_Rembrandt




Head of a Sleeping Woman_Pablo Picasso




Close Up of Sleeping Woman_Ralph Crane




Still Life With A Sleeping Woman_Henri Matisse




Henri Cartier-Bresson_Sleeping Woman






Sleeping Woman_Hanssen




Tamara de Lempicka_Sleeping Woman




Picasso/Minotaur Caressing Sleeping Woman/1933




Doğum günün kutlu olsun, nice 80. yaşlara! :)

17 Kasım 2008 Pazartesi


Hafta sonuna Bir 'Kayıp Balık Nemo' bir 'Jurassic Park II' ve 4-5 bölüm de 'Heroes' sığdırdık.
Kayıp Balık Nemo'dan en sevdiğim cümleler: 'Yüzmeye devaaam et, yüzmeye devaam eet!'dir

2 makine dolusu çamaşır yıkadık (renkliler ve beyazlar olmak üzere).

Geçen seferki İstanbul ziyaretimizden anneannemin verdiği bir torba dolusu cevizle dönmüştük.
Cancağızım kabuklarını kırıp içlerini kavanozlamakla uğraşırken ben de yıkanan ve kuruyan çamaşırları ütüledim bu arada da süper yeteneklerin yarıştığı bir yarışma programını izledik . Jüri üyelerinden biri Dieter Bohlen-hani şu Modern Talking'den sarışın olan :)

Dışarıya sadece cumartesi günü alışveriş için çıktık, biraz dolaşıp (bizim mıntıkada) eve döndük ve akşam da eşimin iş yerinden bir arkadaşının davet ettiği bir fasıl gecesine katıldık.
Bir türk müzik okulunun lokalinde gercekleşen bu fasıl akşamı aman bize ne iyi geldi anlatamam, özlemişim/z :)))
Ama çok komikti, kocaman bir alan, masalar, insanlar... Masalarda, fasıl gecelerinden alışık olunan rakı değil büyük kulplu cam bardaklarda çay içiliyor, bir yandan da musiki dinlenip alkış tutuluyor.. .

Coşştum yinne daaal-gaa-la-nı-yo-rumm be-he-he-he-hennn!

Kendime ve mekana dışardan baktım da tam komediydi. Çalanlar kötü çalıyor, söyleyenler feci söylüyor (çok iyi olmasını zaten beklememek gerek, çünkü hepsi ögrenciydi), ama nedense kulağıma çok güzel geliyordu ve keyif alıyordum.
Aklıma Hamburg'a ilk gelişimde (daha mehmet efendi kahvelerinin nerelerde satıldığını keşfetmezden önce) bulup aldığım o ne olduğu belli olmayan marka türk kahvesini tadı iğrenç olmasına rağmen damağımı şaklata şaklata oh oh diye diye içişim geldi. O gece de orada çook iyi vakit geçiriyordum.
Hatta ağlayasım geldi bazı yerlerde. Ben Hamburg'da bir mekanda ne dinliyorum diye düşününce... Özleyince böyle oluyor iste hehehe :))

Hem dinledik hem söyledik hem de ilk İstanbul'a gidişimizde eşle dostla bir Nevizade programı yapmanın hayallerini kurduk.



Güzeldi yahu! :)

16 Kasım 2008 Pazar

Okuma Önerisi

Birikim Dergisi'nin internet sayfasında, 195. sayıda İnsan-Hayvan: Sorumluluk, Hak, Şefkat?.. dosyası ve özellikle ''Patriyarka, Kadınlar ve Vejetaryenlik'' yazısı (Carol J. Adams ile yapılmış bir söyleşinin çevirisı) okunmaya değer.
Yemek, yememek, kadın olmak, olmamak koşul değil sadece düşündürdükleri ve alışıldık olmayan önermeleri için bile okunmalı diye düşünüyorum...




iyi pazarlar efenim...

15 Kasım 2008 Cumartesi

'Keşke' en hüzünlü kelimedir hayatta... Ve 'keşke'ler hayatın önüne geçemez malesef, çünkü hayat çok daha hızlıdır...

Aşk-ı Memnu/Adnan Bey'den (yanlışlık olmasın belki romanda gecmiyordur/tv dizisinden)...






fotograf
ı ben cektim:)

14 Kasım 2008 Cuma

BAYRAM

Kargalar, sakın anneme söylemeyin!
Bugün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye nezaretine gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım,
Simit alırım, horoz şekeri alırım;
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,
Bütün zıpzıplarımı size veririm.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!

ORHAN VELİ KANIK




Horoz şekerleri... Ah!

Cok özledim. Önce gagasını, sonra ibiğini sonra kuyruğunu mmm çıtır çıtır yemeyiii, :)

Aynı tat elma şekerinde de vardı ama şekeri bitip elmasına sıra gelince gerçek dünyaya hoşgeldin mesajı çıkıyordu bir anda gözümün önünde sanki, sınır olurdum. İşte o elma tadını hiç sevmez ama elmayı da atmaya kıyamaz, sırf bu eziyeti çekmemek için elmasını ve şekerini aynı anda ısırarak yemeye başlardım.
Ohhh!
:)

13 Kasım 2008 Perşembe

"Zarar vermeden tecavüz etmek" kavramını hayatımıza sokmuş olan kurumun (Ekşi Sözlük'te Adli Tıp Kurumu maddesindeki tanımların birinden beğenerek alıntıladım. Üzmez vakası kastedilmiştir - ki bu kurumun internet sitesindeki sloganı şudur: ADALETE ULASMADA TIP EN BÜYÜK KAYNAKTIR), şimdi de okuyorum ki ‘düşmeden dolayı yüzünde ekimoz (morartı) oluştuğuna’ ilişkin rapor verdiği 25 yaşındaki genç (ki aslında düşmemiş dövülmüştür) polisler tarafından, ciddi bir sağlık sorunu olmadığı yönündeki bu rapor!?! üzerine Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi’nde nezarete koyuluyor.




2.5 saat sonra nezarethaneye giren bir polis, gencin başının sol tarafında morarma oluştuğunu ve fenalaştığını farkediyor ve alıp devlet hastanesine götürüyor. Genç aynı gün ölüyor... Bir anne-babanın daha yüreği yanıyor, kimin umurunda?!




Her yerde var bu satılmışlardan işte! Ülkenin en önemli kurumlarının adı gün geçtikce daha da pisleniyor... Gıcık oluyorum...



Sonunda şu hamurlu çorbadan bahsetme havam geldi.

Solda gördüğünüz ve daha iyi bir fotoğrafını çekemediğim minik ve hamurdan kurutulmuş küpler çorbamızın ana malzemesi.

Erişteleri bilirsiniz ya aynı mantık yapılıyor ama ondan farklı olarak uzunca bırakılmıyor da küp küp doğranıyor. Tabi ki erişteden azıcık daha dolu dolu oluyor küpler. Küp dediğime bakmayın hepsi küp şekline getirilmeye çalışılmamış çala bıçak kesilmiş iste :)
Bu şekilde doğranmış hazırlanmış bu çorba malzemesini kapalı kaplarda uzuun zaman saklayabilir, ne yapsam nasıl yapsam dediğiniz bir günde imdadınıza çağırabilirsiniz.

Tencerede suyu kaynatıyorsunuz. Suyun içine istediğiniz cinsinden biraz sıvı yağ ekleyebilirsiniz. Su kaynayınca içine yoğunluk miktarına sizin karar vereceğiniz şekilde bu hamur küplerini atıyorsunuz. (Makarna haşlar gibi)

Ara sıra içinden bi tane alıp ağzınıza atarak kontrol ediyorsunuz. Yine kararını sizin vereceğiniz yumuşaklığa gelince altını iyice kısıyorsunuz. Hemen ayrı bir kapta terbiyesini hazırlamak üzere 1 yumurtayı 1 limonun suyuyla çırpıyorsunuz.
Sıcak çorbanın içine eklendiğinde yumurtalar katılaşıp görüntüyü bozmasın diye, yumurtayı çırpıp limonla karıştırdığınız kabın içine yavaş yavaş birkaç kaşık çorba ekliyorsunuz. Böylelikle birbirlerine ısınıyorlar ve sonra karışımı tencereye eklediğinizde herhangi bir arıza çıkarmıyorlar.
:)
Vegan arkadaşlar için de aynı çorbayı sarımsak ve sirkeli bir sosla önerebilirim.
Ya da belki sırf limon suyuyla da güzel olabiliyordur denemek lazım.

12 Kasım 2008 Çarşamba


Bana bir el verir mi Paul? Tekrar yaz Paul, tekrar...

11 Kasım 2008 Salı


Latif Demirci'den

Bizimkilerle konuşuyoruz dün akşam, annem dışarısının 19 derece olduğunu ve evde cayır cayır kalorifer yandığını söyledi. (Merkezi sistem de)
Yazlık giysilerle oturuyorlarmış.

Bu kadar şımarıklık, bu kadar kendini bilmezlik olmaz artık. Kaç kere söylendi yönetime ama anlamıyorlar ya da baska işgüzarlar kontra baskı yapıyor haberimiz olmadan.

Elektrik, su, doğalgaz gibi kaynaklar kimsenin babasının malı değil, parasını öder kullanırım diye bir savunma yok. Bunlar dünyanın tükenebilir kaynakları. Çok dikkatli kullanmak gerek, gıdım gıdım...
Bir de ayni yönetim geçen sene dünyanın parasını topladılar her daireden de koskoca binaya 'mantolama' işlemi yaptırdılar, neymiş efendim, daha az yakılacakmış doğalgaz ve tasarruf edilecekmis. E hani nerede? :))

Herkes cebini doldurmanın peşinde galiba, neden ya neden? Eğer böyle değilse tersini ispatlamalılar davranışlarıyla...

Kış aylarında insanlar bir zahmet üstlerine bir hırka, ayaklarına bir çorap geçiriversinler ve eskiden sobaların yanına kıvrıldığımız gibi kalorifere yakın bir yerde oturup daha sıcak olabilmenin tadını çıkarsınlar. Herkesin ve tüm apartman yönetimlerinin acilen bu konuda bir şeyler yapması gerekiyor bence, düşünemeyenlere bıkmadan usanmadan hatırlatılması lazım. Sadece alışverişe bez torbalarla gitmek dünyayı kurtarmaya yetmez ki ... Ah be güzelim!..

10 Kasım 2008 Pazartesi

Saat dokuzu beş geçe
Atam Dolmabahçe'de gözlerini kapamış...
Bütün dünya ağlamış...
Doktor doktor kalksana!
Lambaları yaksana!
Atam elden gidiyor, çaresine baksana...
Uzun uzun kavaklar... Dökülüyor yapraklar...
Ben Ata'ma doymadım, doysun kara topraklar...

Küçücükken bunu okuyup okuyup ağladığımı hatırlıyorum. Asıl şimdi ağlamam gerekiyor aslında. Ne anlarmışım o zaman acaba? Neye ağlarmışım?

Ata'm... Tüm söylenenlere inat, kadrini kıymetini bilmeyenlere inat, şimdi seni daha çok anlıyorum ve şimdi daha içten teşekkür ediyorum sana.
Bazı insanlar zannediyorlar ki senin önderliğin olmasaydı bu gün bu hayatları yaşayabiliyor olurlardı. Bu yanılgı çok feci bir yanılgı.
Sana tapmakla, seni sevmeyi, yolundan gitmeyi, yaptıklarını takdir etmeyi birbirine karıştırıyorlar. Bu günlerde bu moda...
Ama geçecek, gerçekten... Bu da geçecek...

Tüm sevgim ve saygımla...

5 Kasım 2008 Çarşamba

Acaba gazetelerde daha az tecavüz, daha az psikopat cinayet, daha az trafik kazası, terör saldırısı, aile içi şiddet, taciz ve din istismarı haberleri okuyacağım günler gelecek mi?

Bu savci 'kimin savcisi' demeyeceğim günler, işkencecilerin, hortumcuların elini kolunu sallayarak dolaşamadığı günler, siyasetçilerin temiz olduğu günler, adam gibi adamların siyasete girdiği günler yakın mı?
-mış gibi yapmayanların yaşadığı bir ülke; yazarlarından, akademisyenlerine, sanatçılarından, gazetecilerine, öğrencilerinden, ev kadınlarına sahici, bilgi sahibi, dünya insanı, düşünüp sorgulayan, araştıran, okuyan, vizyonu geniş birilerinin olması mümkün mü?

Irkçılık'ın tanımını yapın bana... Yapın hadi. Sadece beyazın zenciden hoşlanmaması mıdır ırkçılık??? Ya faşizm? Aramızda değiller mi bunlar, gölge gibi ofislerimizde, okullarımızda, evlerimizde her yerde değiller mi bunlar? Mümkün mü bu kavramları hayatlarımızdan tamamen çıkarmak?

'Mümkün değil!' diyerek kapıları kapatmadığımız, eleştirdiğimiz, ama eleştirmeden önce de azıcık düşündügümüz zaman mümkün... Şunu unutmamalı; her şey mümkün...

O kadar hızlı yayılıyor ki tepki. O kadar çabuk birleşiyor ki insanlar...
Bir gecede (28 Ekim gecesi) turkcell günah keçisi ilan edildi ve anında 'turkcell hatlarımızı iptal edelim' emailleri ışık hızıyla yayıldı. Bir gecede!
Ertesi gün (bir gün içinde) daha sabah gazetelerini açma vakti ancak gelmişken ortalık bu sefer Can Dündar'in gerçek niyeti hakkında yüzlerce yazıyla çalkalanmaya başlamıştı. Hangi siteyi veya gazeteyi açsak, benzeri yorumlar ve onların karşısında az miktarda da olsa hala iyi niyetli olmaya çalışan ve sırf 'kemalist' damgası yememek için yapılan belgeseli iyi taraflarıyla yorumlamaya çalışanlar vardı... Can Dündar sarı zeybek belgeseli ile öylesine büyük bir krediye sahip olmuştu ki türk halkının gözünde, bazıları için bunu yıkmak kolay değildi elbet.

Bazıları da Can Dündar'ın yaptığı işi olumsuz eleştirenlere 'Atatürk'ü putlaştırıyorsunuz, onun da bir insan, onun da bir erkek olduğunu görmek istemiyorsunuz, ne güzel işte Can Dündar 'insan mustafa'yı gözler önüne seriyor' gibi çok yüzeylerde yüzen karşılıklar veriyordu ya da yüzeylerde yüzmeyen-miş gibi yaparak bu isyana 'hastalıklı kemalist savrulmalar'/patolojik durum/atatürk sizin bu yaptıgınızı görse ağzınıza ....dı gibi' yorumlar getiriyor.
Aptal mıyız?! Bilmiyor muyuz ki Atatürk de bir erkek, onun de bilmemnesi var, o da herkes kadar raki içer, keyfi sefayı sever, her erkek kadar kadınları sever, burnunu karıştırır, gaz çıkarır, her neyse... Bize ne?!
Bizi ilgilendiren yönleri/huyları bunlar değil ki... Bu kadar mı televole kültürünün dibine vurulur bu kadar mı magazin olunur!!
Görülsün istiyorum artık bazı şeylerin maksatlı yapıldığı... Bazı şeylerin 'tam da zamanında' fitili ateşlemek maksadıyla yapıldığını. Tesadüf mü? Hayır... Hiçbir şey tesadüf değil... Can Dündar içli köftesi masum değil, kanmiyorum onun o titrek sesine, ağlak bakışlarına...

Ama tepkilerin dozunu da kaçırmamak gerek diye düşünüyorum her zamanki gibi. Çünkü belki de tam da oluşan bu ortamdi birilerinin istedikleri... Konuştura konuştura içinin boşalacağı beklentisi...
Herkes bu tepkilerle gösterdi ki; öyle artık önümüze dayanan her şeyi doğru kabul etmiyoruz, yapan o dündarmış bu birandmış farketmez, yemezler... Düşünüp, sorguluyoruz.
Söz konusu Atatürk olduğunda herkes 5 düşünüp 1 konuşsun diyorum te o ka!...

Yahu ben bu sayfayı actığımda okuduğum kitaplardan ve kargalardan bahsedecektim, noldu?!

4 Kasım 2008 Salı

Atatürk 'Mustafa'yı görse...

DİYELİM ki Atatürk beyaz atının üzerinde çıkageldi, yanında İsmet Paşa, komutanları, yaverler...

Aşağıda Cumhuriyet Bayramı ve herkes "Mustafa"yı seyretmek için kuyruklarda.

Atatürk, İsmet Paşa'nın kulağına eğilerek:

"Şu arkada, elinde bazuka gibi boru olan, topçu neferi midir?.."

İsmet Paşa:

"Hayır Gazi Hazretleri, o Can Dündar, muharrir... Elindeki kamera aleti, hususiyeti sinema çeker..."

"Niye atlarımızın kıçını çekiyor?.."

"Buna 'insani boyut belgeseli' diyorlar..."

Ata:

"İlke ve inkılaplar yönü ile de belgesel imal ederler mi bu fikriyatta olanlar?.."

"Sponsor lazım..."

"Sponsor bir nevi milli şuur gibi bir şey midir?.."

İsmet Paşa:

"Hayır Gazi Hazretleri, parayı veren... Parayı kim veriyorsa, şuur o cihette nüks etmektedir..."

Atatürk:

"Pekiiii... Aziz milletimiz sinemaya girip, aziz askerlerimizin cephelerde elde ettikleri muazzam zaferleri vefa hissiyatları içinde mi seyretmekte?.."

İsmet Paşa:

"İnsani yön belgeseli hesabıyla bakmaktadırlar, gece karanlıkta önderimiz ne yapmakta..."

Ata:

"O karanlık gecelerde uykusuz kalıp bir hür vatan yaratma sancılarımın acısını anlamışlar demek ki..."

İsmet Paşa fısıldayarak:

"Hayır, bir oturuşta büyük rakı içtiğiniz, gece karanlıktan korktuğunuz ima edilmekte..."

Atatürk hüzünle:

"Buna asıl aydınlıktan korkan hilafetçiler sevinecekler... Onlar hálá dergáhlarında oturuyorlar mı İsmet?..."

İsmet Paşa:

"Hayır Gazi Hazretleri, devletin tepesinde oturuyorlar..."

"Peki, Cumhuriyet Bayramı diye neyi kutlamaktadır bu millet..."

İsmet Paşa:

"Cumhuriyetten geri kalanını..."

Atatürk, atını çevirir:

"Gidelim Paşa..."

Bekir COŞKUN
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=10258287&yazarid=2


***

Yorum ekleme mecburiyeti:
Daha film vizyona girmeden önce aptal tarafima denk geldi, bir haberin gazina gelip turkcell'e kizdim.
Nasil sponsorlugunu ceker bu filmden dedim.

Sonraaa, okuyunca bu filmin ne menem bir film oldugunu, Can Dündar'in kimlerden oldugu söylentilerini, filmden detayli anlatilmis sahneleri... utandim sorgulamadan yargiladigim icin...

Atamizin üzerinden ceksinler o pis ellerini!!!

Biyo'yu okudunuz mu?

2 Kasım 2008 Pazar


Güzel bir pazar günü her zamanki gibi... Kızarmış ekmekler, fıstık ezmesi ve koyu kahveler... İnternet gazeteleri, karikatürler, uçuşan sarı yapraklar ve müzik...
Heroes bölümleri mi izlemeye mi oturmalı yoksa film mi ? Tavla mı oynamalı, çin daması mı? Ayırılmış 'giyilmeyecek kıyafetler' yürüyüşe çıkılıp eski kıyafet konteynerlerine mı bırakılmalı, üşenip 'haftaya!' deyip göle doğru mu uzamalı?
Buldum! Ne yapmalı ne yapmalı diye diye akşamı etmeli... Daha güzeli olabilir mi?!

:)