8 Eylül 2013 Pazar

Ben artık 'bu' bloğu yazan Demet değilim. Her şey değişti, ben de değiştim. Hem de ne değişim! 
Bloğa ismini veren insanlar artık başka yerlerdeler, evet bitti. Benim seçimimdi. Bu blog hayatımın 6 yılını not ettiğim bi günlük olarak kalsın internet aleminde. Benimle olan herkese, blog komşularıma teşekkürler. Bol şans olsun hepimize!

15 Şubat 2013 Cuma

Hiçbir şey sürekli değil, değişmek zorunda. Hep gereklilik bu, zorunluluk içinde olanlar da bu değişimi yaşar ama susar... Göçüp konmak lazım hep, biz geçiciyiz bu dünyada, nasil ola da bir yerde baki kalalım?


25 Ağustos 2012 Cumartesi




Karmaşanın ortasında (hem evde, hem kafamın içinde) bir güneş doğdu hayatıma. Bir tiyatro oyununda reji asistanlığı yapmaya başladım. Bayramın ikinci günü belli oldu ve 2 gün sonra perşembe günü provalara başladık. Ayaklarım yere basmıyor, kendimi çimdikleyip duruyorum, rüyada gibiyim. Okulu bitirmemin üzerinden çook zaman geçti, ama şimdiymiş! Şimdi olması gerekmiş! Çok mutluyum!

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Bu sabah beklediğimiz usta gelmeyince aradık, dün merdivenden düşüp belini incittiğini ve gelemeyeceğini biz sorunca söyledi. Yerine başka bir usta arkadaşını bulup göndermeye 'çalışacakmış.' Telefonu kapattık, birbirimize baktık: Mavi ekran! Necefli maşrapa! Ben diyeyim siz anlayın. Nedense buna ikimiz de inanamadık. Günahı boynumuza! Arefe günü, yerine usta bulmak? I-ıh! Çok zor!..

Özgür dellendi, kendine bir liste yaptı, giyindi çıktı.

İşimiz sadece boyamak olsa altından kalkarız aslında ama en üst katta oturduğumuzdan dolayı yatak odamızda rutubet problemi var. Dün, duvara monte devasa dolapları yerinden söktüğümüzde küçük dillerimizi yutacaktık. Resmen dolapların ardında yeni bir hayat başlamış da haberimiz yokmuş. Tahmin ediyorduk ama boyutunu bilemezdik. Neyse bu sayede o devasa dolaplardan da bu pislikten de kurtulacağız, buna seviniyorum. Ama terazi burcu, başak yükseleni olan ve mühendis bir koca bu işe kalkışırsa bizim halimiz ne olacak orasını henüz kestiremiyorum. Nalbura giderken rutubetin boyutlarını göstermek için çektiği fotoğrafları yazıcıdan çıktı alacaktı yahu! Sabahtan beri vıdı vıdı yapıyorum biraz daha seri olsun diye (canım tez ne yapayım), 'sen bu işi bitirene kadar allah bana sabır versin' diyorum, 'asıl ben bu işi bitirene kadar allah bana sana dayanma gücü versin' diyo hahahahah :)))

Gelişmelerle karşınızda olmaya devam edeceğim...:)

17 Ağustos 2012 Cuma


TAM DÖRT SAAT SONRA 18:55'DE ASLAN BURCUNDA YENİ AY OLUŞACAK. VE AY YENİ DÖNGÜSÜNE BAŞLAYACAK. AY GÜNEŞLE KARŞI KARŞIYA KALACAK. DİŞİ VE ERİL KOZLARINI PAYLAŞACAK. TUTKULU BİR KOZMİK S.E.V.İ.ŞME OLMASI BEKLENİYOR. 
DİLEKLERİNİZİ TAM O ANDA DİLEYİN, NİYETLERİNİZİ TAM O ANDA BELİRLEYİN. MÜMKÜNSE BUNU YUKARIYA MEKTUP YAZARAK YAPIN VE SAÇILAN TOHUMLARDAN NASİBİNİZİ ALIN, KİH KİH :)

karmaşanın ortasında semizotu



Eşyalar üst üste. Cd'ler, kitaplar, giysiler kolilerin içinde tıkış tıkış. Oturmaya birer popoluk yeri zor buluyoruz. Çok zor bu işler. Neyse ki ben hayatımda (evet yanlış duymadınız) ilk kez kalkışıyorum. Kaldı ki bu bir tadilat değil sadece ev boyama! Böyle zamanlarda eşyalara daha da gıcık oluyorum.

Sabah alışverişe gittik Özgür'le, dönüşte sokağımızdaki dairelerden birini gösterdim. 'Bak, geçen hafta boştu bu daire, merakımdan aradım sordum. Kaç metrekare, fiyatı nedir diye. Kirası 1700'müş ama 135 metrekareymiş' dedim. Özgür önce 'oha!' dedi, sonra 'ah be! bizim de olsa' dedi. '135 m2 ev nasıl temizlenir ya!' dedim. Başladı hayâl kurmaya. 'Bir odasına şunu koyardık, bir odasına bunu koyardık...'
'İki kişiyiz, kapladığımız yer belli. Yazık değil mi bilmemkaç katımız büyüklükte bir evde oturup, kendimizden hariç kalan tüm alanı eşyayla doldurmaya?' dedim. Özgür sustu. :)

Biz dün akşam balkonumuzun mahsülü semizotlarını yedik hem... Üzerine sızma değil ayçiçek yağı gezdirdim, çocukluğumdaki gibi :)

15 Ağustos 2012 Çarşamba

14 Ağustos 2012 Salı

Emperyalist Eşyalar, kahrolsunlar ayol!


Yoğun bir haftaya hatta iki haftaya girdik. Tüm ev boyanacak, ve yerleşimsel olarak da birkaç değişiklik yapacağız. Hafta sonu İkea'dan gradrop ve şifonyer aldık, dün eve getirdiler. Yeni aldığımız gardrop eskisinin 3'de 1'i kadar! Özellikle böyle aldık bir küçük gardrop ve bir de şifonyere sığmak istiyoruz. (Daha doğrusu ben istiyorum keh keh) Eşyaların hakimiyetinden artık çok sıkıldım.

Nevresim takımlarımızı üçe indirdim. Birini serdiğimde birini yıkarım üçüncü de yedekte dursun. Masa örtülerine de aynı işlemi yapacağım birazdan.

Onlarca el havlusu ve birkaçar tane banyo havlumuz var. E bu evde her hafta çamaşır yıkanıyor? Döne aynı birkaç havluyu kullanıyoruz, diğerleri hurçların içini bekliyor gariplerim. 10 küçük el havlusu dursun, gerisi ayrılsın; Özgür ve benim için 2'şer banyo havlusu dursun, gerisi ayrılsın.

Geçenlerde makyaj malzemelerim, kremlerim ve ojelerime girişmiştim. Kendime en çok kullandığım birkaç taneyi ayırmış gerisiyle vedalaşmıştım. Her şey bittikten sonra evi yerleştirirken tekrar seçiçi gözle bakacağım, belki birkaç tanenin daha gözümde süresi dolmuştur, bakalım göreceğim.
 
Takılarımı da (gümüş olmayanları) eledim, bir torba dolusu küpe, kolye, toka, saç bantı, vs. çıktı. Onlar da yeni sahiplerine gitmek üzere kapının önüne çıkarıldılar. Daha sakin bir zamanımda gümüş olanları da kurcalayacağım, oradan elediklerimi de isterlerse kardeşlerim ve arkadaşlarımla paylaşacağım .

Giysileri pazar gününden beri elemeye devam ediyorum, üç gün oldu daha bu sabah bitirdim desem... Ben ki bu konuya dikkat ettiğini zanneden biriyim, nasıl böyle oluyor, dolaplar üstümüze yıkılacak kadar giysiyle doluyor anlamıyorum. Neyse bu da bitti. Bu sefer acımadım, 'belki sonra giyerim', 'belki 3-5 kilo veririm', 'belki bir zaman giyerim' demedim. Bizim buralarda artık kullanmadığınız eşyalarınızı büyükçe torbalara katlayıp koyuyorsunuz ve sonra akşam üzeri binanın kapısının önüne indiriyorsunuz. Hava kararınca bu tür şeyler için dolaşan insanlar var, alıp götürüyorlar. Bence herkes memnun bu sessiz paylaşımdan.

Evin çeşitli yerlerindeki mumluk ve ufak tefek süsleri de  tekrar gözden geçireceğim. Bunlar bende gerçekten standart bir evdekinden çok çok daha az ama yine de var. (Doğum günleri, yılbaşı gibi zamanlarda üzerlerine yenileri ekleniyor. Neyse ki kardeşlerime ve kuzenlerime nazım geçiyor, onlar da alıştılar bana doğum günlerimde kitapçılardan hediye çeki veriyorlar. ) Onların da arasından ayırabileceklerim varsa ayırıp yine çevremde isteyenlerle paylaşırım, kalanların da bazılarını evde kullanır bazılarını bir kutuya koyup terastaki dolaba kaldırırım, arada sırada da yer değişikliği yaparım. 

Mutfağım küçücük olduğundan tencere, tava, tabak, çanak zaten en minimal sayıda. Ve bundan memnunum. Yalnız bardak rafındaki kupa cumhuriyetine de bir el atmam gerekecek. Bir de baharat rafı aldı başını gidiyor, orası temizlenecek.

Kitaplar konusunda kafam çok karışık. 'Benim olsun' diyoruz hep, bende kalsın, kimse almasın, alan geri getirsin. Aslında okumuşsun işte, açıp açıp bir daha okumuyorsun ki çoğunu, boşver, ver gitsin, başkaları da nasiplensin!
Kitaplığımız bir iken iki tane oldu, şimdi sığmayanlar başka bir rafın üzerinde eğreti dizilmiş duruyorlar, hani neredeyse aralarına 5-10 kitap daha katıldığında yeni bir kitaplık almak icap edecek, o derece! Üçüncü bir kitaplığa evde yer yok bu kesin. Ne yapmalı? İçimden bir ses içlerinden en kıymetlilerini ayır, kalanlarını da bir köy kütüphanesine bağışla diyor ama elim varmıyor. Ne acayip! Olsun ben yine de deneyeyim, belki gözden çıkarabileceklerim çıkar.

Cd'ler konusunda daha rahatım, artık dinlemediğim bana ait ne varsa ayıracağım.

Temizliğe bakar mısınız?! :)

Uzun zamandır dinlemediğim cd'leri bir bir takıyor, çalışırken başından sonuna keyifle dinliyorum. Üç gündür çok yoruldum, ve yorulmaya da devam edeceğim ama halimden çok memnunum. Az önce bir arkadaşım aradı ve telefonu ne kadar enerjik açtığımı, sesimin ne güzel geldiğini söyledi. Hem de bunca yorgunluğuma rağmen... Yoksa hafiflemek iyi mi geliyor? Peki bu yazının uzunluğu ne böyle! Haha!


8 Ağustos 2012 Çarşamba

Seçimin Eziyeti

Ayça'ya eposta yazdım ve bir merhaba dedim uzun zaman sonra. Buralardan uzak kaldığım süreçte neler neler kaçırmışım meğer. Bir prenses katılmış hayatlarına, üç kişi olmuşlar. O yüzden şimdilerde blogunda çok aktif değil. Yanıtında o da 'ne günlerdi!' demiş Hamburg maceralarım, o günlerdeki blog yazılarımdan bahsetmiş, bir anda öyle bir film şeridi geçmeye başladı ki gözümün önünden kendimi blog sayfamda 'yeni kayıt oluştur' bölümünde buldum. Dökülmek isteyen bir şeyler var galiba...

Şikayet etmek istemiyorum çünkü istediğim buydu ama Türkiye'deki hayatım öyle hareketli ve dolu ki... (Hamburg'da duramayıp geri dönmek istemem de bundandı) Bazen neden ortası olmuyor diye düşünüyorum. Ben neden hep uçlardayım? Neden durmuyorum, durulamıyorum? Neden 'asla' ve 'hep' kelimelerinin arası bende bu kadar yakın birbirine? Uzağındayken eksikliğini hissedip özlediğim şeyler neden bir süre sonra bıktırıyor? Bencil miyim?
Hamburg'da yaşadığım günleri pamuklara sarıp sarmalayıp kalbimdeki en güzel kutuya kaldırdım. Ama ben orada gerçek ben değildim, olmak istediğim bendim. Çok şey öğrendim, fark ettim, geliştim, büyüdüm ama çok da yalnızdım... Paylaşacak kimsem yoktu, peki olsaydı böyle olur muydu? Ben şimdiki ben olur muydum? İhtimal, olmazdım... 
2008 yılının Aralık ayıydı, er meydanına dönünce sınavlar başladı. Bakalım orada öğrendiklerimi gerçekten öğrenmiş miydim? Yeniden büyük sorumlulukların altına girme, özgürlük duygusunun kaybolup gitmesi, Özgür bir iş bulup buradaki evimize yerleşene kadar geçen 9 aylık süre, yeniden baba evinin kızı olma durumu, rollerin repliklerin değişmesi, koşturma, hız, acele, işler, telefonlar, epostalar, facebook, aile yemekleri, arkadaş buluşmaları.
İlginçtir, ben Hamburg'dayken kimse arayıp sormuyordu. Bir telefon açan, bir mesaj ya da eposta yollayan yoktu... Ben buraya dönünce neden herkes coştu? Bu kadar seviliyordum, bu kadar ortamların vaz geçilmez insanıydım da neden oradayken bir mektup yazanım bile yoktu? 
Ve üstüne 'ben ne yapıyorum?', 'nasıl bir hayat yaşıyorum?', 'İstediğim bu muydu?' soruları. 
Üstüne çalıştığım ofisin kapanması.
Üstüne benim üniversite bittikten beri paçayı kaptırıp içinden çıkamadığım ama nefret ederek yaptığım işin/mesleğin üstüne kalın bir çizgi çekişim.

Zaman nasıl da hızlı akıyor. 

Bu ayın sonunda iş hayatım biteli 1 yıl geçmiş olacak. 
Bu yılın sonunda Türkiyeye döneli dört yıl geçmiş olacak.  


Hayat amacı dediğin şeyin ucu kaçınca ya da onunla bağın zayıfladığında ya da o sana sormadan dönüşürken ve sen anlamaya çalışırken neyin neye dönüştüğünü, bu sancılar hep oluyor biliyorum. Geriye dönüp bakınca nedense elle tutabileceğim bir sonuç görmek istiyorum, göremeyince, zaman boşa geçmiş gibi bir yanılsamaya kapılıyorum. Boşa geçmedi elbet, geçer mi hiç? Ama bu duygu niye? Bu yüzden mi artık bebeğim olsun istiyorum? Bir halt yapamadım bari bebek yapayım mı diyorum? (Bu soruya evet cevabı vermiyor içim) 
Sonsuz olasılıklar içinden bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorum. Bir tanesi mi? Bazıları mı? Hepsi mi?