19 Mayıs 2008 Pazartesi

Kardesimin nikahindan bir gün önceydi. Günlerden cumartesiydi. O ana kadar gökyüzünü bile pek az görebilmis ben ve Istanbul'a daha iki gün önce gelmis esim denizimiz tuttu diyerek kendimizi Ortaköy sahiline attik.

Caddeden meydana inen sokaga girdigimizde manzara her zamankinden cok da degisik degildi. Sagli sollu siralanmis kahvehaneler ve onlarin önünde inci gibi dizilmis, rengarenk tezgahlar... Tezgahlarin üzerleri envai cesit incik, boncuk, el isiyle bezeliydi. Günes de tepedeydi ya, keyfimize diyecek yoktu.
Tezgahlara biraz daha dikkatli bakinca hemen hemen hepsinde ayni parcalari gördügümüzü farkettik.
Modayi cilginca takip etme dürtüsü buralari da sarmis dedim. Her yerde ayni takilar, tokalar... Özgün calismalar sergileyen tezgah sayisi herhalde bir elin parmaklarini gecmezdi. Ama yine de isil isildi her yer. Öyle güzeldi...

Tezgahlara göz gezdirerek meydana dogru inerken, denize yaklasiyor olmanin verdigi mutluluk, ic kipirtisi anlatilabilir gibi degildi. Deniz kokusu yogunlasti git gide... Sahile vardik. Kalabalikti ama herkes kendi halindeydi. Kahvehanelerin önüne atilmis masalar doluydu, sevgilisini, ailesini kapan gelmis. Herkes keyif yapiyordu. Meydanda ufacik cocuklar anne-baba'larinin yardimiyla kumrulari, güvercinleri besliyorlardi, cok mutluydular. Banklar pek tabi doluydu. Oturacak yer yok...

Iskelenin sol yaninda duman grisi, pufis bir kedi günesin altina serilmisti.


Arada geriniyor, kalkip iki adim öteye o ve arkadaslarinin su icmesi icin birakilmis kaptan suyunu iciyor, biraz geziniyor sonra tekrar gelip ayni yere seriliyordu.
Bir köpek kedinin iki adim ötesinde yan gelip yatmis, günesli günün tadini cikariyordu...

Bir karga, sahildeki iki üc kayiktan birinin uc kismina konmus, dalgalarin ritmine kapilmis kayikla birlikte asagi yukari saliniyordu. Cok bilge ve uzaktan bakan bir havalari vardir ya kargalarin... öyle magrur, öyle uzaktan kiyidakileri izliyordu.


Duydugum kokuyu nasil anlatabilirim ki... Öyle bir kokuydu ki, kac zamandir oraya adim atmamis oldugumu hesaplamak zorunda hissettim. Gecen senenin Eylül ayinda Almanya'ya ayak bastigima göre Ortaköy'e son gelisim de Temmuz ya da Agustos aylarindan birinde olmaliydi. O zamandan beri, bir denizin kiyisina (Kiel ziyaretimizdeki denizi saymazsak -ki ben saymiyorum:) varmis degildim. Eh mekan Ortaköy olunca duygular daha bir yogun oluyor tabi ... 9 ay olmus dedim... 9 aydir buralara gelmemisim...
Bir aglama tuttu ki sormayin, iclene iclene, hickira hickira. Kafami omzuna dayayip hüngür sakir agladim, agladim, agladim...
Sonra ilk kendime gelis isaretini 'rimellerim akmis mi' sorusuyla verdim ve esim de bir 'oh' cekti :)

Nikahtan sonraki gün, annem ve minigimi de alarak Arnavutköy'e gittik. Yunuslar vardi orada bize merhaba diyen, hem de yavruydular...
Ama o Ortaköy yok mu, tellerimizi cizz diye titreterek oturdu icime/icimize. Hala da orada öylece duruyor...

iskele fotografi www.pbase.com sitesinden alinmistir.

4 yorum:

zeynep dedi ki...

Şekerciğim Ortaköy'ü demek bu kadar özlemişsin... Ben her öğlen yemek tatilimde ordayım çoğu zaman ben de İstanbul'un ne kadar güzel bir şehir olduğunu düşünüyorum. Ama çoğu zaman da yeterince iyi bakmıyorum, baksam da görmüyorum. Bundan sonra seni de düşünerek oturacağım banka ve senin için de bakacağım güzel İstanbuluma :)

nilly dedi ki...

Oyle bir anlatissin ki kokusu buraya kadar geldi :)

yaban dedi ki...

ben o cici kediyi yer üstüne de tatlı niyetine köpüşü hüpletirim...

Demet dedi ki...

zeynoo evet, her gittiginde bak güzel güzel, ve derince cek icine denizin kokusunu :)

evrensel yasam, geri dönülen ilk günler zor geciyor ama sonra alisiliyor her seye alisildigi gibi :)özlemek de güzelmis hem.

nilly ahh canim! bir gün sen de o meydanda durup o güzel kokuyu icine cekebileceksin.

yabancigim, köpüsü hüpletmek mesele degil saniyorum ama kedi pek bi tehditkar bakiyordu, ben elimi uzatmaya bile korktum. Hehe bi de bol bulunca insan :)) Evdekileri minciklamaktan icim disima cikmisti cünkü, bu yuzden israrci olmadim duman kiza.