10 Şubat 2008 Pazar

zaman akip gecer, ellerimde bakakaldigim ya$anmi$ güzellikler...

fotograf http://www.photosight.org/ sitesinden alinmi$tir.




Sabah erken kalktim.

Evimizin oturdugumuz odasinin cephesi kuzeye baktigindan, güne$ burada direkt evin icine vurmuyor ama $öyle güzel bir durum oluyor;

Sabahlari evin önündeki caddeyi yalayip gecen (yani pencereye paralel) güne$, saat 09'a dogru biraz yükselmi$ken, pencereyi araladigimda camin önündeki mermerde bulunan ciceklerime vuracak kadar evin icine giriyor, bu sirada ben de kafami disari uzatip bir kac dakika (ciceklerime engel olmayacak kadar) bu anin tadini cikariyorum.

Bugün bunu yaparken kar$i agacta tam 3 tane sincap oyun oynuyorlardi. Bugün saat 9'a dogru iken, günlerden pazar olmasi nedeniyle sokak cook sakin ve sessizdi, araba ya da insan gecmiyordu. Sincaplari izlerken biraz ü$üdüm ama o kadar tatlilardi ki... Agacin gövdesinde ve dallarinda bir a$agi bir yukari hoplaya ziplaya inip cikmalari, birbirlerini kovalamalari sirasinda tirnaklarinin agac govdesinde cikardigi citirtilari bile duyabiliyor olmaktan nasil büyük bir haz aldigimi anlatamam. Bir türlü birakip da iceri giremedim. Bir tanesi diger iki tanesini gicik edince, agacin tepesinden asagi son hiz kosarak birbirlerini kovalamalari izlenmeye degerdi.

Bilgisayarima bir program yükledim, duvar kagidi ve ekran koruyular icin. Sitesinde cok zengin bir kategori listesi var, cogunlukla hayvan ve doga resimleri olmak üzere bir cok fotografi bilgisayarima indirdim ve belirli araliklarla kendi kendine degi$mek üzere ayarladim. O kadar güzeller ki, bazen ekranin kar$isina sirf bu fotograflara bakmak icin oturuyorum.

Yukaridaki fotografi aldigim sitede de cok guzel hayvan resimleri var. Gün gectikce onlari daha da seviyorum, daha da büyük hayranlik besliyorum.

3 sene önce bir zehirlenmenin ardindan ba$layan ve zamanla cok da sebebini anlayamadigim bicimde tiksinme, yedikten sonra pi$manlik duyma, bir sure ellerimden cig et kokusunu yok edememe gibi hislerle geli$im gösteren hayvan eti yeme/yememe serüvenimin, bu günlerde son dönemecine girdigimi hissediyorum.
En son rahatsizligimi bir iki ay önce cin lokantasinda ördek etini lüplettikten(?!) sonraki günlerden birinde, kanalin yanindan ko$arken ördek gördügümde ya$ami$tim. Önce bu hayvanlarin ne kadar güzel olduklarini gecirmi$tim aklimdan, sonra da gecen gün onlari nasil citir citir yedigimi...!!! Ve tabi ki o günden sonra cin lokantasinda sebzeli noodle'dan ba$ka bir $ey yemedim...

Ara$tiriyorum, okuyorum. $imdi söyleyebilirim ki, evet ben bundan sonra hic hayvan eti yemeyerek (ki zaten son bir kac senedir o kadar az yiyorum ki) ya$ayabilirim...

Beni en son cilgina ceviren yazilari payla$mak istedim. Ama ruh halinizin dayanip dayanmayacagi konusunda garanti veremem. Bu uyariyi yapmak istedim... Diger yandan hayvan eti yiyebilen insanin bu yaziyi da okuyabilecek oldugundan $üphem yok...

not. okuma zorunlugu olmasin diye yaziyi cok acik renkte yapi$tiriyorum sayfaya... Okumak isteyen uzerini maus'la secerek okuyabilir...


Sadık Hidayet'in "Vejetaryenliğin Yararları" (Yapı Kredi Yayınları) adlı kitabından alınmıştır.
MİDE FEDAİLERİ

Et yeme gereksinimi ya da lezzetinin her gün binlerce hayvanın öldürülmesine neden olduğunu biliyor musunuz acaba? Avlaklarda, balıkçılarda, tavukçularda her gün kurban edilmeye mahkum biçare ve sayısız hayvan ordusunu sayacak olursak, bu hassas varlıkların sayısı milyonları aşar. Bunlar her yıl insanoğlunun fasitleşmiş tat alma duygusu ve mide düşkünlüğü uğruna öldürülmektedirler. Yapılan hesaba göre, bu uğursuz katliamdan oluşan kan selinde rahatça gemi yüzdürülebilir. Ama bunların kurban edilişleri o kadar da kolay gerçekleşmiyor. Öldürmeden önce hayvanlara vahşice davranıyorlar. Hayvan sürüleri uzak şehirlerden 15 veya 30 gün boyunca sopa ve kamçı darbeleri altında naklediliyor. Hayvanlar yorgunluktan yığılacak olsalar, üvendirelerle kaldırılıyorlar. Kimi zaman bir kaç gün yemeden içmeden yakıcı güneş altında ya da pis ve kokmuş ağıllarda bırakılıyorlar. Bunlardan bazıları ölüyor. Ya da biri doğuracak olsa, sürüden geri kalmasın diye annesinin gözünün önünde kesiyorlar. Hayvancıklar daha yol yorgunluğunu atmadan kamçıyla mezbahaya gönderiliyorlar. Bu pis ve hüzün verici binaya girer girmez yürek sıkıştıran kan kokusu, nemli zemin, her yandan akan taze kan, hayvanların canhıraş feryatları, kendi kanına bulanmış ve seğiren cesetler, iki tarafına leş asılmış yarı canlı cılız atlar, leşleri satın almak için koşuşturan kasaplar, öte yandan koyunların iniltisi, uğultular, insanların küfürleri, bağırıp çağırmaları ... Zavallı hayvanlar bu çirkin manzaradan, kokuşmuş et kokusundan ve kardeşlerinin kanından kendi başlarına gelecek korkunç macerayı tahmin ediyorlar.
Onları ağırlayanlar, yırtıcı ve tamahkar çehreleriyle yaklaşıyorlar. Her birinin elinde kanlı bir bıçak ve satır. Önlükleri kararmaya yüz tutmuş ve pıhtılaşmış kanla parlıyor.
Sonra hayvanları zorla birbirinden ayırarak, sürükleye sürükleye bir köşeye götürüyorlar, ayaklarını bağlayıp büküyorlar. Hayvan ayağa kalkmaya yeltense, tekmeyle, zorla yere yıkıyorlar. Bu canavarların elinden canını kurtarmak için delicesine çırpınıyor hayvan. Ama kasap onun başını büktüğü gibi, parçalıyor boğazını bıçakla. İşte o zaman kan fışkırmaya başlıyor. Ciğerlerinden her hava çıkışında boğuk bir ses geliyor ve etrafa kan saçılıyor. Daha sonra bir süre çırpınarak kan revan içinde kalıyor. Henüz canı çıkmamışken başını vücudundan ayırıyorlar. Hayvanın bir kaç dakika önce hayat dolu o parlak ve siyah gözlerine ölümün perdesi iniyor. Dili kanlı köpüklerle ağzından sarkıyor. Sonra karnını yarıp mide ve bağırsaklarını çıkarıyorlar. Dışkı kokusu, havaya yükselen buhar ve üstünde sineklerin uçuştuğu kokuşmuş kan, çirkin ve korkunç bir görünüm alıyor.
Kasaplar hayvanın bağırsak ve kanına ellerini daldırdıktan sonra derisini ayırıyorlar. Sonra hayvanların titrek cesetlerini, kesik başları, morarmış şakakları, parçalanmış karınları, öldürülmeden önce vurulan sopa ve kamçı izlerinin belli olduğu kırmızı ciğerleriyle arabada bir kancaya asarak ya da at sırtında kasap dükkanlarına gönderiyorlar. Onlar bu leşleri paramparça ediyorlar. Elleri, önlükleri yeniden kan içinde kalıyor. Öldürülen hayvanın bu parçaları da satışa çıkıyor.
İnsanlar midelerini bu murdar etle dolduruyor. Her evden yemek sırasında, bin bir şekilde süslenen, kızartılıp pişirilmiş adalenin mide bulandıran kokusu yükseliyor. Çocuğu, kadını, erkeği bu parçaları yiyor. Yargıç, imam, öğretmen, şair, edip, ressam, yazar ve hayatta para ve boğaz düşkünlüğünden daha yüce emellerin olduğunu sanan herkesin midesi, düşünmek istedikleri vakit, bu canlıların leş ve pıhtılaşmış kanlarıyla dolu!
Bunlar, insanların sütünü sağdığı, yünlerini giydiği, çocukların oyun arkadaşı olan zararsız ve evcil hayvanlardır. Şefkat! Ne saçma ve boş bir kelime! Birazcık hassas kalpleri olsa, mezbahalarda kesilen tüm hayvanların acizlik ve yakarış dolu yakarışlarını, acılı inleyişlerini ve uğradıkları işkenceyi düşünseler, canlıların etini yemekten nefret edeceklerdir.
Piyer Lörmit (La Croix, 1926) bir makalesinde şöyle yazar: "Bir tren katarının mezbaha önünde durduğunu gördüm. Zavallı hayvanlar korku içinde dışarı çıkıp taş döşemelerin üstünde yürümeye başladılar. Bellerine bir deste bıçak bağlanmış kanlı önlükleriyle adamlar gelip gidiyordu. Her yerden kan akıyordu. Korkudan çılgına dönmüş koyun ve kuzuları kesiyorlardı orada ... Bir inek ve buzağısı katillere teslim olmuş ve bedbaht başlarını birbirlerine dayamışlardı. Öfkeli sahibin değnek darbeleri onları sersemleştirse de ... Bu binanın her tarafından; merhamet görmeye mahrum, toplu kıyım yapılma amacı dışında yaşama hakkı verilmeyen hayvanların canhıraş iniltileri duyulmaktaydı."
Yüreğimizden gelen doğal, yapmacıksız duyguları zorla bastırmadığımız sürece, insanın içinde diğer canlıları öldürme ve canını yakmaktan nefret etme duygusunun var olacağı açıktır. Ve yine hiç kuşku yok ki, insanlar yedikleri hayvanı bizzat kesmek zorunda kalsalardı, çoğu et yemekten vazgeçerdi. Bu doğal başkaldırı, kanlı yiyeceklerden nefret vejetaryenlerde bir kaç ay sonra daha da artar. Doğal duygularımızı küçümseyip, bunu yufka yüreklilik şeklinde yorumlamamalıyız. İnsanın öldürmekten nefret etme duygusu kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü öldürmek için yaratılmış değildir.
Hayvanları üzmek ve öldürmek, insanlık şeref ve makamına edilmiş küfürdür. Hayvanların varoluşları, dünyaya gelişleri,oyun ve sevinçleri, acı çekmeleri, ana şefkatleri, ölüm korkuları, vücutlarında uyanan istekler, ölüm ve yazgıları, tümü insanınkine benzer. Onların ruhlarının daha aşağıda olduğu söylenir. Olsun; ama yine de bizim gibi acıyı ve mutluluğu hissederler. Onların aşağıda olması bize ağabey sorumluluğunu getirir; onlara zulüm ve gardiyanlık etme hakkını vermez. İnsanların yediği et, kendilerini savunamayan günahsız ve zararsız varlıkların çektiği acı ve işkencedir.
Öyle kimseler vardır ki, bir hayvanı incitemezler, ama dolaylı olarak başkalarını bu zarif işe zorlarlar. Et yiyen herkes hayvanı bizzat öldürsün ya da bu kişiler gidip ömürlerinin bir saatini o güzel manzarayla geçirsin bakalım. O leziz yiyeceklerin kendileri için nasıl hazırlandığını görsünler! Allahtan, işledikleri toplu kıyım cinayetleri gözden uzak olsun diye mezbahaları şehir dışına kuruyorlar. Mezbaha iki ayaklı hayvanın icadıdır. Hiç bir yırtıcı ve kan dökücü canlı, yemini bu denli rezilce yemez! İnsan, kurtların ve yeryüzündeki kan dökücü canlıların yüzünü ağartmıştır!
Mezbahalarda çalışan insanların karanlık beyinlerinde tek bir düşünce yerleşip kalmıştır: Para ve çıkar. Onlar için öldürmek, kağıt yırtmak gibi bir şeydir ve ahlaksal duygudan tümüyle yoksundurlar. Dahası var: Amerika'da bir kasabın bir cinayet hakkındaki tanıklığı asla kabul edilmez; onun mesleği hakir görülür. Ama onun hakirliği, et yiyen herkesin taksiridir.
İnsanoğlunun zalimce yaşamı neden başkalarının o kadar acı çekmesine neden olsun? Başka canlıların mutluluk ve sevincini yok etmekten ne çıkarı olabilir? Acaba onun uygarlığı günahsızların kanıyla bulanmaya mı bağlı? Ne ekerlerse onu biçecekler. insan kan döküyor, zulüm tohumu ekiyor. O halde sonuçta savaş, acı, yıkım ve toplu kıyım biçecek. İnsanlık ilerlemeyecek, huzur bulmayacak; mutluluk, özgürlük ve barış yüzü görmeyecek etobur olduğu sürece.
Bu durum tek bir yanılgıdan kaynaklanıyor: İnsan yaşamak için öldürmek zorunda olduğunu, etin kuvvet verici bir besin olduğunu ve yemezse öleceğini sanmış bir kere. Gerçekten de insan yaşamı için et yemek kaçınılmaz bir gereksinim mi? İnsanoğlu her gün işlediği bir kaç milyon cinayeti bu gerekçeyle affettirecek aklı sıra!
İnsanın yaşamı et tüketimine mi bağlı? Gerekli ve yararlı olmadığı halde hayvansal besinler insanın kuvvetini mi artırıyor? Ya da zararlı mı? Sağlık ve yaşamın karşısında mı? Değerlendirmek gerek.
Bu, dermansız bir dert, tarif edilmez bir cinayet ve en utanç verici rezalet olacaktır. Biz burada, biyoloji, anatomi, fizyoloji ve kimya ile doktorların düşüncelerine ve deneyimlerine dayanarak, etin insan bedeni için gerekli olmadığı gibi, her bakımdan insan toplumuna ağır zararlar verdiğini ve beden için ancak öldürücü bir şey olduğunu kanıtlamaya çalışacağız.
Brüksel, 18 Eylül, 1926


Ilgilenen olursa, alternatif beslenme $ekilleri ile ilgili toparladigim bilgileri de özel yoldan payla$abilirim.


Hiç yorum yok: