26 Mayıs 2010 Çarşamba

Almanyada 1,5 yıl yaşamak, bana doğup büyüdüğüm şehirde 30 yıl yaşamaktan daha çok şey öğretti. Öğretti demesem de, anlamam/farketmem için gereken uygun ortamı ve kafayı sağladı desem daha iyi olur herhalde.

Oradayken her gün yazıştığım her gün öğrendiklerimi/farkettiklerimi paylaştığım can dostum bana İstanbula dönüş kararı aldığımızda demişti ki 'hadi bakalım şimdi er meydanına çıkıyorsun, bu kurduğun yapıyı aynen orada da devam ettirebilirsen iste o zaman tamamsın' gibi gibi... Çünkü almanya'da sakin kalmak öfkelenmemek, kararlar alıp uygulamak, tolerans eşiğini yüksekte tutmak vs vs.. çok kolaydı. Koşullar, insanlar, sosyal yaşam, sokak her şey destekliyordu bu anlamda beni. Belki oturduğumuz bölgeyle alakalıydı bilmiyorum ama insanlarda, hayvanlarda her şeyde her şeyde her yerde müthiş bir barış ve huzur vardı.

Ama bir süredir üzerine düşünüyorum da değişmemi gerektirecek çok fazla unsur olduğu halde ben inatla değişmiyorum. Aksine kendi değişimime ve gelişimime bu er meydanında dahi devam etmeye çalışıyorum. Aferin!

İstanbul'da 'çoğu' insanlar sıraya girmeyi bilmiyorlar, tiyatro/sinema nasıl izlenir bilmiyorlar, nasıl tartışılır bilmiyorlar, dinlemeyi bilmiyorlar, kibar olmayı beceremiyorlar, ırkçılar, arabalar yaya geçidinde bekleyen yayaya kesinlikle yol vermiyorlar, bazı arabalar kendilerine kırmızı ışık yandığında bile durmuyorlar, bazı yayalar kendilerine kırmızı yanarken bile arabaların önüne atlayıp zaten yavaş akan trafiği daha da yavaşlatıyorlar (çünkü arabalar çarpmamak için ağırdan alıyorlar), yiyecek içecek satılan yerlerdeki servis elemanları ve hazırlayıcılar temizlik ve hijyenden tamamen habersizler. Peynir kesmek için eline taktiği eldivenle çöp kutusunun kapağını açıyor deyyus! Alışveriş merkezleri girişlerinde hala cebindeki anahtar, telefon gibi ötecek şeyleri kenara bırakmayı öğrenemediler onlar yüzünden sıralar uzadıkça uzuyor. Bu zaten toptan anlamsız bir uygulama da neyse! Şu birikintisinden geçerken senin ıslanıp ıslanmayacağın çoğu sürücünün umurunda bile değil. Bu liste daha çoook uzar amaa aaa  :)
Günler sanki 24 saat değilmiş gibi, yetmiyor, yetmiyor yetmiyor.

Tek sıkıntım yapmak istediğim çook fazla şey için bir türlü vakit yaratamıyor olmak. İstanbul'a döndükten sonraki en büyük problemim bu, eli çok hızlı, çok pratik biri olduğum halde zamanımı iyi yönetemiyorum. vah bana, okunacak ne çok kitap, yapılacak ne çok iş, görülecek ne çok eş dost ve yer sırada bekliyor, zaman hiçbirine yetemiyor, en komiği bu beden hiç dinlenmiyor ya! hayret! dinlenemiyor! :)))

Her şeye rağmen yukarıda yazdığım ve yazamadığım her türlü saçmalıkla baş edebiliyorum. Kendimi bozmadan, bunun için çok büyük çaba sarfederek. İstanbul'da olmaktan müthiş derecede mutlu ve keyifliyim. Güzel şeyler de var hem de çoook çoook! Onları da yazıcam (mahsus böyle yazdim, heyecanım ve sabırsızlığım anlaşılsın diye :)

Bir kedimiz bile oldu artık, ismi Minik... Bitişik nizam evleri olan bir mahallede bir inşaat başlarsa ve bu inşaat yükselip çatı seviyesine ulaşırsa ne olur? Cevap veriyorum: Çatı katlarını mahallenin kedileri basar :)))
Bunu da sonra anlatıcam :)

4 yorum:

yaban dedi ki...

lutfen anlatmaya devam et demet,,
-
kendini bozmadigin ve inat edip sevdigin yerde yasamaya devam edebildigin icin ben de tebrik ediyorum seni, aferin,, :)

Berceste dedi ki...

Orada hayat ne kadar yavas ve burada ne kadar hizli degil mi? Yollarda yitirilen zaman mi acaba yetisememize sebep olan?

Ben geldigimden beri sinir katsayim yukseklerde yasiyorum :( Su yeni ust kat komsularimiz en gicik olduklarim! Sinirlenmemeyi basarmak da buyuk erdem!

Demet dedi ki...

Yaban benim ilerlemeye çalıştığım yol 'daha kolay' olanı. Bunu gün geçtikçe daha iyi anlıyorum. Ve insanların neden hayatlarını bu kadar zorlaştırdıklarını gözlemlemek çok ilginç oluyor...

Berceste,sinirlenmemeyi başarmak büyük erdem gerçekten. Yok etmek değil ama en aza indirmek mümkün. Bir de negatif olana odaklanmamaya çalışmak tabi... Daha güzel şeylere daha çok vakit ayırmak enerjisel anlamda bile. :) En güzeli :)

Berceste dedi ki...

Insan durduk yerde negatif olana odaklanmiyor elbette Demet. Hilti denen igrenc makine 3 ayri odada ayni anda calismaya baslayinca, once aaa kus sesi dusun falan diyorsun ama bu butun gun surunce, sonra o gunler haftaya ardindan da aylara donunce, bu manzara degismeyince kuslar once karga oluyor, sonra da Kuslar filmindeki gibi gagalamaya, parcalamaya falan basliyor. O noktada ciyaaak mooduna geciyorsun! Sikayet edip karsilik alamayinca kafayi yiyorsun. Elin kolun bagli, kisin ortasinda karlarin icinde, evden calisamayan bir gonca, her ses duydugunda aglayan, ustelik bir de dogumgununde bu insaata baslanan bir bebeyle basbasa kaliveriyorsun!

Sonra bir baskasi kirmizi isikta duruyorsun diye dalga gecip guluyor, o gulenin yanindakiler ona eslik ediyor. Aaaa bir bakiyorsun ki o gulen adamin bir gozu gormuyor! Oyle araba kullaniyor, bir de uzerine seninle dalga geciyor. Niye o son surat donememis kirmizi isikta diye!

Ornekler boyle katlanarak artar :P Var mi bir cozum onerin?