31 Temmuz 2008 Perşembe


KRAL OIDIPUS


Sophokles'in milattan önce 400'lerde yazdığı "Kral Oeidipus" oyunu, psikiyatri biliminde yeri olan ve sıkça duyduğumuz "Oidipus Kompleksi"ne adını veren tragedyadır. Aşağıdaki hikaye, tragedyanın kahramanı Oidipus'un hikayesidir.
Anlatım için Sabahattin Ali’nin çevirisini temel aldım.


**


Oidipus'un oyunun içinde olmayan, oyundan öncesine dair hikayesidir :




Thebai kralı Laios ve karısı İokaste’nin bir oğulları olur. Fakat bu doğumun ardından korkunç bir kehanetle karşı karşıya kalırlar. Kehanete göre, bu çocuk babasını öldürüp kral olacak ve annesiyle evlenecektir. Laios bu kötü sondan kendini korumak için, çocuğunu öldürtmeye karar verir. Fakat gönlü buna razı gelmeyen anne Iokaste, oğlunu bir görevliye teslim ederek onu uzaklara bir yere götürüp bırakmasını ister.
Görevli, çocuğu Kthairon dağındaki bir kayalığa götürüp, ayaklarından asar.
Bir çoban, çocuğu bulup kurtararak Korinthos kralına götürür. Çocukları olmayan Kral Polybos ve Kraliçe Merope, ayağı asılı kaldığı ipin etkisi ile incinip şişen çocuğa Oidipus (ayağı şişmiş) adını verirler onu kendi evlatları gibi büyütürler. Yıllar sonra bir biliciden, babasını öldürüp annesiyle evleneceğini öğrenen Oidipus, bu acı kaderle yüzleşmemek için gerçek baba ve annesi sandığı, Polybos ve Merope’nin ülkesinden kaçar. Aslında kaderine doğru gitmektedir.

Thebai şehrine doğru giderken yoluna çıkan bir arabadan kendisine bağıran bir arabacıyı ve içindeki (Oidipus'un, babası olduğundan haberi olmadığı)Thebai Kralı Laios’u öldürür. Böylelikle kehanetin ilk bölümü gerçekleşmiştir.

Şehir kapısında rastladığı Sfenks adlı bir canavarın sordugu soruyu bilerek, hem Thebai halkını bu canavardan kurtarır hem de bu şehire kral olur. Canavarın sorduğu ve daha önce kimsenin bilemediği soru şudur :

“Hangi yaratık sabahleyin dört ayakla, öğle üzeri iki ayakla, akşam üç ayakla yürür?”

Oidipus'un verdiği cevap; 'insan'dır. Soruda gecen üç zaman da, insan hayatının üç dönemidir. Çocukken emekleyen, dört ayağının üzerinde yürüyen insan, büyünce kalkar iki ayağ
ının üstünde yürür. Ve yaşlılığında ancak bir bastona dayanarak ayakta durabilir.

Thebai'ye kral olan Oidipus, (aslında Laios'u kendisi öldürdüğü için dul kalmış olan ve bunu kraliçenin de bilmediği) Iokaste ile evlenir. Bu da kehanetin ikinci bölümünün gerçekleştiği an olur.. Fakat bu korkunç gerçekten hiç kimse haberdar değildir...

Çok geçmeden Thebai’de veba ve kıtlık başlar.

Sophokles’in, burada sözünü ettiğim tragedyası “Kral Oidipus” bundan sonraki olayları, yani Oidipus’un kendi sonunu hazırlayan gelişmeleri içerir.

Oidipus’un, bilmeden babasını öldürüp, ve yine bilmeden annesiyle evlendikten sonra kral olduğu Thebai şehrine geldik... Ortalık karışık, hem de çok... Oidipus’un ve peşinden söz alan Rahip’in sözlerini giriş kısmı olarak aynen aktarıyorum. Şehrin haline, insanların çilesine, bütün olanların ne kadar anlaşılmaz ve karmaşık olduğuna şahit olun isterim :

OIDIPUS :

“Ulu Kadmos’un genç evlatları! Bu yakarışlarla sarayımın önüne niçin gelip diz çöktünüz? Şehrin her tarafından da buhur dumanları, ilâhiler, iniltiler yükseliyor. Derdinizi başkalarından duymak istemedim evlatlarım, ve ben, hepinizin pek iyi tanıdığı Oidipus, karşınıza bizzat geldim. (Zeus’un rahibine dönerek) Anlat ihtiyar, herkesin yerine laf söylemek sana düşer; nedir bu hal? Bir endişeniz mi var, yoksa bir arzunuz mu? Emin ol ki, sizlere her konuda yardıma hazırım. Ben ne kadar katı yürekli olmalıyım ki sizin yalvarışlarınıza aldırmayayım, yabancı kalayım!?”

RAHİP :

“Yurdumuzun hükümdarı Oidipus! Mabetlerinin yanında nasıl toplandığımızı görüyorsun, gözyaşlarımızı biliyorsun. Bazılarımız uzaklara gidemeyecek kadar körpe çocuklar, bazılarımız da ihtiyarlığın çökerttiği birer rahip; ben, Zeus’un rahibi gibi... Şunlar da gençlerin en değerlileri. Halk, ellerinde dallarla, maydanlarda, Pallas’ın çifte mabedinin ve kâhin Ismenos’un küllerinin önünde oturmuş. Sen de görüyorsun ki çoktandır bir felaket fırtınası içinde çalkalanan şehir, içine yuvarlandğı uçurumdan güçlükle başını kaldırıyor. Ekinler, sürüler mahvoluyor, çocuklar ölü doğuyor. Sıtmanın ateşlerini getiren tanrı şehri kasıp kavuruyor. Kadmos (thebai şehrini kuran kral) evlatlarını korkunç bir veba tüketiyor ve karanlık Hades (cehennem-yer altı- ölüm tanrısı), feryatlarla, iniltilerle besleniyor.

Burada, yuvanın etrafında toplanan bütün bu insanlar da, ben de, senin bir tanrı olmadığını biliyoruz. Fakat tanrıların yardımına, merhametine muhtaç olduğumuz böyle felâketli bir zamanda, sen ölümlülerin en kuvvetlisisin. Çünkü sen bize bir şey sormadan, bizden daha fazla bir şey bilmeden, bizi haraca kesen o zalim canavarın elinden kurtardın. Bir tanrının yardımıyla hayatımızı kurtardın; bunu herkes biliyor, herkes söylüyor.
Bugün de, Oidipus, Thebai’lilerin mutlak hükümdarı, hepimiz yalvarıyoruz, senden medet diliyoruz; sen ya bir tanrının sesini duymuş, ya bir ölümlünün bilgisinden ilham almışsındır; çünkü görüyorum ki, en çok etki eden öğütler, tecrübeli insanlarınkilerdir.

Ey ölümlülerin en akıllısı! Haydi, şöhretini hatırla, şehri kurtar. Geçmişteki hizmetlerini hatırlayarak, memleket sana kurtarıcı diyor. Bizi önce kurtaran, sonra terkeden bir kral olma. Şehri kurtar, dirilt. Vaktiyle, tanrıların yardımıyla, bizi mutluluğa kavuşturmuştun; kudretini yine göster. Eğer bu memlekette hüküm süreceksen, insanlara hükmetmek, ıssız bir çöle hükmetmekten daha iyidir. İçinde insan bulunmayan boş bir kale, boş bir gemi neye yarar?"

Oidipus, durumun pek tabii farkındaydı. Herkes kadar onun da kafası karışıktı. Şehrinin ve halkının bu hali ona da acı çektiriyordu. Bu düşüncelerini halkıyla paylaştıktan sonra; konunun çözülmesi için, (aslında amcası olan) kaynı Kreon’u görevlendirdiğini ve onu Phoibos’a (Zeus’un oğlu-Sanat&Güneş tanrısı), Pyton mabedine gönderdiğini açıkladı. Kreon, gideli günler geçtiği halde, hala geri dönmemişti. Bu da Oidipus’u iyiden iyiye endişelendirmekteydi.

Tam bu sırada Kreon’un geldiği haberini aldılar. Heyecanlı bekleyiş başladı...
Kreon onlara doğru yürümekteydi, ama saniyeler sanki geçmiyor, adımları neredeyse yerinde sayıyordu..

Sonunda yanlarına geldi ve çok da kötü olmayan bir haber getirdiğini bildirdi. Haberi halkın önünde mi, yoksa saraya gidip özel olarak mı vermesi gerektiğini sordu. Adaletli insan Oidipus, herkesin önünde konuşmasını istedi Kreon’dan...

Kreon’un Phoibos’dan aldığı bilgiye göre; şehri kasıp kavuran kıtlık ve vebanın, uğursuzluğun sebebi, bağırlarında besledikleri bir hain, bir çirkefti. Vakit geçirmeden bu kişinin kim olduğu bulunmalı, ve o topraklardan uzaklaştırılmalıydı. Ancak bu koşullarda eski huzurlarına yeniden kavuşabileceklerdi.

Oidipus bu görevi gerçekleştirmeye hazırdı fakat hangi felaketin veya durumun buna yol açtığını anlayamamıştı. Kreon’un söylediğine göre akıtılan bir kan bu şehrin sonu olmuştu ve derhal kanın kanla temizlenmesi gerekiyordu. Oidipus, bu kişinin kim olduğunu sorduğunda; kendisinden önce o şehri yöneten Laios’u öldüren kişiden söz edildiğini anladı...

Oidipus kendisinden önceki kral Laios’un öldürüldüğünü daha önce duymuştu fakat ne şekilde öldürüldüğü ile ilgili bilgi sahibi değildi. Kreon’a bazı sorular sordu, nerede öldürüldüğü, nereye gidiyor olduğu, bunu yapan adamların nerede olduğu gibi...
Aldığı cevaplar, oyunun bundan sonraki kısmını değiştirebilecek nitelikteydi :
Laios, bir kahine danışmak üzere yola çıkm
ış ve bir daha geri dönmemişti....
Laios, saldırıdan kurtulan bir kişinin anlattığı üzere, arabas
ının önünü kesen haydutların eliyle ölmüştü...

Oidipus'un kafası karıştı... Düşündü... Bu işe el koyacaktı, hem şehri için; hem halkı için, hem de kendi çıkarı için... Çünkü bir şehrin kralına saldıran bir el, pek tabi bir gün kendisine de saldırabilirdi...

***

Antik yunan oyunlarında önemli bir işlevi olan koro var bu sahnede... Kimi zaman sorulması gereken soruları soran, kimi zaman üzerinde durulması gereken noktalara dikkat çeken, gelişmeleri takip eden, inceleyen ve herşeyden haberdar olan, kızlar, yaşlı kadınlar, periler, cadılar ya da yaşlı adamlardan oluşan bir topluluktur koro... Kimi zaman halkı temsil ederler, kimi zaman oyun kahramanının iç sesi oluverirler...

****

Onbeş Thebai’li ihtiyardan oluşan koro, şehrin üzerinde gezen kara bulutlar hakkında söz söyledi. Hastalıkların günden güne daha da bulaştığını, ekinlerin büyümediğini, ağaçların meyva vermediğini, kadınların çocuklarını doğururken can verdiğini anlattılar. Cesetler, ortalığa hastalık saçıyordu; kadınlar, ak saçlı nineler, her yandan sardıkları mabetlerin merdivenlerinde yalvara yalvara ıstıraplarını anlatıyorlardı, matem havası, iniltilere karışarak yükseliyordu.
Ve dua ettiler... Tanrılar onlara yardım etsindi... Hallerini görüp acısındı... Bu durumlara sabep olanı yıldırımlarıyla mahvetsindi...


Koro son sözlerini söyledikten sonra, Oidipus saraydan çıktı. Koro başı'na içini döktü. Bütün bu olanlara anlam veremediğini, bir şeyler yapmak istediğini fakat neresinden başlaması gerektiğini bilemediğini söyledi. Felakete sebep olan olay, kendisi o şehre gelmeden önce gerçekleşmişti. Bu yüzden korodan yardım istedi... Bu kişinin kendi şehirlerinden biri olduğunu öğrenirse onu öldürmeyecek, şehirden sürecekti... Başka bir memleketten olması halinde de bildiren kişiyi ödüllendirecekti.
Oidipus’un tüm isteği, tanrıya ve ölen krala yardım etmekti. Ve şimdi, gözlerinin önünde mahvolan memleketleri için, kendisine en çok yardım edilmesi gereken zamandı.

Koro başı, kendisine bu konuda yardımcı olamayacağını çünkü ondan daha fazla şey bilmediğini söyledi Oidipus’a... Fakat bir kahin vardı... Adı Teiresias’dı... Bu adama başvurulursa olup bitenler daha kolay aydınlanabilirdi...

Oidipus, bunu daha önce düşündüğünü, hatta Kreon’u Teiresias’ı alıp getirmesi için gönderdiğini açıkladı...

Bu sırada...

Yanında Oidipus’un iki hizmetçisiyle kahin Teiresias göründü. Teiresias çok yaşlı, gözleri kör bir kahindi. Küçük bir çocuk ona rehberlik etmekteydi.

Teiresias Oidipus’un yanına geldiğinde, Oidipus ondan, kendilerine yardımcı olmasını istedi. Teiresias, üzgün, şaşkın ve kötü durumdaydı :

”Yazık, çok yazık! Bilgi, bilenin aleyhine dönerse, ne müthiş şeydir! Bu gerçeği biliyordum, fakat, aklımdan çıkmıştı; yoksa buraya gelmezdim”

dedi...

Oidipus ne demek istediğini anlamadı, sorular sormaya başladı. Teiresias cevap vermek istemiyor, gitmek istiyordu. Bildiklerini söylememek ve felaketi açığa vurmamak isteğinde kararlıydı.

Oidipus, bilip de söylememesine içerledi ve Teiresias’ı sıkıştırmaya devam etti. Teiresias ısrarla söylemek istemedi, Oidipus bu durumdan hoşlanmamıştı ama asıl hoşa gitmeyecek şey, kendisiydi ve ne yazık ki bunun farkında değildi. Oidipus’un dayanma sınırının bardağı taştığında, en hiddetli haliyle, bütün olanlardan Teiresias’ı sorumlu tuttu. Anlatmadığına göre suçlu kendisiydi.

Bunun üzerine Teiresias, kendisinden, ilan ettiği fermana harfi harfine itaat etmesini ve o andan itibaren ne halkıyla ne de kendisiyle konuşmaması gerektiğini söyledi... Memleketi kirleten adam, Oidipus’un ta kendisiydi...

Oidipus, Teiresias’ın ne demek istediğini anlamadı... Tekrar etmesini istedi. Teiresias ona, aradığı katilin kendisi olduğunu söyledi. Oidipus, işi şakaya vurdu, kendisine şaka yapıldığını düşündü. Fakat Teiresias, sözlerine devam etti. Oidipus, kendine en yakın kişiyle, en çirkin şekilde bağlı bulunuyordu ve felaketinin ne müthiş olduğunu bilmiyordu.
Oidipus için artık bunun şaka olacak bir yanı kalmamıştı, hiddeti arttı ve Teiresas’a ağza alınmayacak şeyler söylemeye, ona türlü hakaretler etmeye başladı. Körlüğüyle alay etti. Hatta Kreon'u da suçlayarak, bütün bunları kendisinin tezgahladığını ve kahini kandırıp ona bu yalanları söylettiğini ima etti. Koro başı araya girip, konuşmayı sakinleştirmeye çalıştı fakat, Teiresias da artık iyiden iyiye hiddetlenmişti

Bu sırada Teiresias'in Oidipus’a söylediklerini, aynen buraya aktarıyorum :

”Sen hükümdarsın, fakat seninle iki denk insan gibi konuşma hakkını kendimde görüyorum. Ben senin kölen değilim. Ben Loksias’a (bir kahin)hizmet ediyorum. Ben Kreon’a kul olmam. Körlüğümü yüzüme vurdun, fakat nasıl bir felaket içinde olduğunu, nerede oturduğunu, ömrünü kimin yanında geçirdiğini görmedikten sonra senin o gözlerin neye yarar? Kimin oğlu olduğunu biliyor musun? Dünya ve ahirette ailen için nasıl bir leke olduğunu biliyor musun? Babanın ve annenin korkunç adımlarla yaklaşan lanetleri seni bu memleketten kovacak. Dünyayı bu kadar iyi gören gözlerin, çok geçmeden, karanlıktan başka bir şey görmeyecek. Evliliğinin sırlarını, mutlu bir yolculuğun seni ne uğursuz bir sahile götürdüğünü öğrendiğin zaman şikayet ve feryatların kimbilir nerelerde çalkalanacak, kimbilir hangi Kithairon’da (Oidipus’un çocukken bırakıldığı dağ)sesinin aksi duyulmayacak! Seni hakettiğin yere indirecek, çocuklarına kardeş yapacak daha bir sürü felaketten habersizsin. Bütün bunlara rağmen, sen yine istersen Kreon’u da, benim ağzımdan çıkan kerametleri de çamura batır. Kader, dünya yüzünde hiçbir canlıyı senden daha feci şekilde cezalandırmayacak.”

Oidipus, duyduklarına daha fazla dayanamayacağını hissetti. Teiresias’ı kovmak istedi. Teiresias’ın giderayak anne ve babasından söz ettiğini duyunca onu geri çevirdi ve açıklamasını istedi. Artık geri dönüş yoktu...

Teiresias yine de, o anda, bu ağır görevi tam anlamıyla yerine getiremedi. Şunları söyleyebildi :

Çok yakında kendisinden önceki kral Laios’u, orada, Thebai’de doğmuş birinin öldürdüğü anlaşılacaktı...
Bu adam, kahrından kendi gözlerini kör edip parişan bir halde kendini yabancı diyarlara atacaktı...
Bu adam, kendisinin, aynı zamanda, çocuklarının hem babası hem kardeşi, kendisini doğuran annesinin hem kocası, hem oğlu olduğunu; babasının karısından çocuk sahibi olduğunu ve babasını öldürdüğünü anlayacaktı...
Ve eğer bütün bunlar gerçekleşmezse, Teiresias kehanet denilen sanattan hiçbir şey anlamadığını kabul edecekti...

Teiresias bunları söyledi...
Ve,
Gitti....

Oidipus düşünceleriyle birlikte sarayına girdi...

Kreon geldi. Olanlara anlam veremedi. Orada bulunanlara Oidipus’un yaptığı suçlamalarla bir ilgisi olmadığını anlatmaya çalıştı. Koro başı, yine araya girerek, Oidipus’un çok sinirlendiğini ve o sözleri düşünmeden söylediğini belirtti.

O sırada Oidipus saraydan çıktı ve aynı düşüncelerle bezeli sözleriyle, bu kez Kreon’un kendisine saldırdı. Ona göre Kreon’un kendisinin tahtında ve tacında gözü vardı. Ve bütün bunları maksatlı yapıyordu. Fakat Kreon kendisiyle konuşup anlaşmak istedi. Oidipus buna yanaşmadı ama Kreon, bu konuda söyleyeceklerini dinlemesini teklif etti ona.
Oidipus’un tüm olumsuz duruşuna rağmen, kendini haklı çıkarmak için ona bazı sorular soracaktı.
Ama önce söylemek istediklerini söyledi... Kreon, zaten, Oidipus’un karısı Iokaste’nin kardeşi olduğu için ve Iokaste de şehrin kraliçesi olduğu için, belli haklara sahipti. Hiç çekinmeden istediklerini elde edecek güce de sahipti... Bu durumda rahatını bırakıp da iktidar mevki’nin sorunlarını yaşamak hiç de işine gelmezdi.

Bunları açıkladıktan sonra, Oidipus’a yapmak istediğinin ne olduğunu sordu. Onu memleketten kovmak mı istiyordu?
Hayır...
Oidipus, onun sürülmesini değil, düpedüz ölmesini istiyordu... Ve bunu ona söyledi.

Bunun üzerine Kreon ondan niçin yerinde gözü olabileceğine dair kanıt istedi. Ve doğru düşünmediğini anlatmaya çalıştı ona. Oidipus fikrinden emin olduğunu tekrarlarken, saraydan Iokaste çıktı ve yanlarına geldi...

Ortalık bunca karışıkken, herşey bu kadar kötüyken, bir de birbirleriyle kavga ettikleri için onlara kızdı. Kreon Oidipus’un kendisi hakkında ne düşündüğünü ve onu memleketten sürmek istediğini söyledi. Ve en kutsal bildikleri adına yemin etti. Kendisinin bu işte bir suçu olmadığına dair.

Bu noktada koro başı ve Iokaste araya girdiler. Onun boş yere yemin etmeyeceğini söylediler ve bu tatsız tartışmaya son vermek istediler... Oidipus, Kreon’un değil ama koro başı’nın hatırına susacağını, ama, Kreon’dan da daima nefret edeceğini söyledi.

Kreon uğradığı haksızlıklara çok üzüldü, oradan uzaklaştı, adaletin er geç yerini bulacağını söyleyerek...

Iokaste şimdi olanları öğrenmek istiyordu.

Oidipus, Kreon’un kendisine bir tuzak hazırladığını söyledi. Kraliçe, konunun detaylarını öğrenmek istedi. Bunun üzerine Oidipus, Kreon vasıtasıyla şehre bir kahinin geldiğini ve bu kahinin kendisini suçladığını anlattı.

Iokaste bunları dinledikten sonra, Oidipus’un içini rahatlatmak amacıyla, kahinlerin her zaman gerçekleri bilemediğini, hatta bunun canlı bir örneğini kendisinin yaşadığını anlattı :

”Sen içini ferah tut ve beni dinle. Şunu bil ki, hiçbir fani kehanet denen sanattan bir şey anlamaz. Bunu sana birkaç kelimeyle ispat edeceğim. Laios (Oidipus’un yanlıslıkla öldürdüğü ve babası olduğunu bilmediği kimse), Phoibos’un kendisinden değilse bile, rahiplerinden bir haber aldı. Bir çocuğumuz olacağı, bu çocuğun kralı öldüreceği bildiriliyordu. Fakat herkes de biliyor ki kral, üçyolağzında haydutlar tarafından öldürüldü. Çocuk doğduktan üç gün sonra Laios ayaklarını bağlamış, onu ıssız bir dağ başına attırmıştı. Bu konuda Apollon’un haber verdiği felaket başa gelmedi. Laios’un oğlu babasını öldürmedi, Laios korktuğu gibi kendi çocuğunun eliyle ölmedi. Halbuki, tanrının yolladığı haberlere göre, hadiselerin böyle cereyan etmemesi lazımdı. Sen hiç üzülme. Bildirmek istediği şeyleri haber vermek için tanrının başkalarına ihtiyacı yoktur. Bu işi kendi başına yapabilir.”

Bu sözlerden sonra Oidipus’un içine müthiş bir şüphe düştü. Ruhu allak bullak oldu...

Oidipus, Iokaste’ye olayın tam olarak nerede gerçekleştiğini sordu.
Aldığı yanıt : ”Phokis’de... Daulis ve Delphoi’den gelen yolların birleştiği yerde...”
Oldu.

Oidipus, Iokaste’ye olayın tam olarak ne zaman gerçekleştiğini sordu.
Aldığı yanıt : ”Hemen bu olayın ardından kendisinin hükümdar olduğu”
Oldu.

Oidipus;
EY ZEUS! BANA BUNU MU YAPTIRACAKTIN!
dedi...

Oidipus, Iokaste’ye Laios’un nasıl bir adam olduğunu ve kaç yaşlarında olduğunu sordu.
Aldığı yanıt : ”Uzun boyluydu, saçları biraz ağarmaya başlamıştı, sana benzerdi”
Oldu.

Oidipus, Iokaste’ye kralın olay sırasında yalnız olup olmadığını sordu.
Aldığı yanıt : ”Hepsi beş kişiydi; aralarında bir haberci vardı, Laios bir tek arabayla seyahat ediyordu”
Oldu.

Oidipus, Iokaste’ye bu bilgileri kendisine kimin verdiğini sordu.
Aldığı yanıt : ”Saldırıdan kaçıp kurtulan bir hizmetçi”
Oldu.


Oidipus, Iokaste’ye bu adamın hala sarayda olup olmadığını sordu.
Aldığı yanıt : ”Hayır, buraya dönüp de seni ölen kralın yerine geçmiş görünce bana geldi, yalvardı. Hayatını çobanlıkla geçirmek, görmek istemediği bir şehirden mümkün olduğu kadar uzak yaşamak istediğini söyledi. Ben de müsaade ettim. Sadakati, bu mükafata layıktı, hatta köle olmasına rağmen, kendisine daha büyük bir lütuf bile yapılabilirdi.”
Oldu.

Oidipus, Iokaste’ye o hizmetçinin bulunmasının ve ona getirilmesinin mümkün olup olmadığını sordu. Kraliçe Oidipus’un paniğine ve karmaşıklığına anlam veremedi. Endişe ettiği konudan kendisinin de haberdar olma hakkı olduğunu söyledi. Bunun üzerine Oidipus anlattı :

Bunu senden esirgemem. Başka kimde ümidim kaldı ki! İçinde bulunduğum durumda senden başka kiminle serbestçe konuşabilirim?

Babam Korinthos’lu Polybos, annem de Doris’li Merope’dir. Ben o memlekette en çok sevilen ve sayılan vatandaştım. Günün birinde canımı sıkan çirkin bir olay oldu. Bir ziyafette şarabı fazla kaçırmış olan bir davetli, bana uydurma evlat diye hakaret etti. O kadar ağrıma gitti ki, bütün gün kendimi güçlükle tuttum. Ertesi gün, annemle babamı buldum, meseleyi anlattım. Bana hakaret eden adama kızdılar. Kızdıklarını görünce sevindim, fakat bana söylenmiş olan söz beni hiç rahat bırakmıyordu; ta içime işlemişti. Babama, anneme haber vermeden Delphoi’ye, mabede gittim. Tanrı, soruma cevap vermek istemedi, beni geri çevirdi. Yalnız, oradan ayrılmadan önce, Phoibos, başıma çok feci felaketler geleceğini, annemle evleneceğimi, ondan çocuk sahibi olacağımı, bana hayat veren babamı öldüreceğimi söyledi. Bunun üzerine başımı alıp, Korinthos’dan çıkmaya ve tanrının haber verdiği korkunç felaketlerden uzak kalacağımı zannettiğim bir yere gitmeye karar verdim. Yürüye yürüye, Laios’un öldürüldüğünü söylediğin yere geldim. Sana bütün gerçeği söyleyeceğim, Iokaste. Üç yolun birbirine kavuştuğu yere yakınlaştığım sırada, bir habercinin ve arkasında bir atlı arabada az önce tarif ettiğin adama benzeyen birisinin karşıdan geldiklerini gördüm. Arabacıyla ihtiyar, sert bir sesle, yoldan çekilmem için bağırdılar. Kızdım ve beni yoldan atmak isteyen arabacıya vurdum. Bunun üzerine ihtiyar, arabanın yanına yaklaştığım zamanı kollayarak, yukarıdan aşağı asasını başıma indirdi.

Bu kendisine çok pahalıya maloldu. Elimdeki sopayı kaldırıp başına vurdum. İhtiyar, bu darbenin şiddetiyle arabanın içine yuvarlandı. Adamlarının hepsini de öldürdüm. Bu yabancının Laios’la bir alakası varsa ben ne talihsiz adammışım!

Tanrılar bir insandan bu kadar nefret edebilirler mi? Hiç bir yabancının, hiç bir vatandaşın beni evine almaya, benimle konuşmaya hakkı yoktur. Hepsinin beni kovması lazım. Ne acıdır ki, kendime lanet eden kendim oldum. Onu öldüren bu kanlı eller, karısını kucaklayıp lekeledi. Ben ne sefil, ne iğrenç bir mahlukmuşum! Sevdiğim insanları bir daha görmemeye, vatanımın topraklarına ayak basmamaya; yahut da annemle evlenmeye; babamı, bana hayat veren, beni büyüten Polybos’u öldürmeye mahkumum. Bütün bu felaketlerin bana merhametsiz bir tanrıdan geldiği düşünülürse, acaba bana acınmaz mı? Hayır, hayır! Büyük tanrılar! Bana o günü göstermeyin. Bırakın da üzerime böyle müthiş bir leke sürülmeden insanların arasından kaybolup gideyim...

Oidipus’un anlattıkları orada bulunan herkesin kanını dondurmuştu. Fakat herşeye rağmen, olayın şahidi olan hizmetçinin gelmesini ve konuya açıklık getirmesini istediler. Çünkü Iokaste’nin anlatmasına bakılırsa, hizmetçi, saldıranla ilgili tek bir kişiden değil, kişilerden bahsetmişti...


Oidipus onun son kez ne diyeceğini merak ediyordu. Eğer geldiğinde bir tek adamdan söz ederse, bunun kendisi olduğuna şüphesi kalmayacaktı.

Bir süre sonra bir haberci geldi... Oidipus’u sordu. Kraliçe Iokaste nedenini öğrenmek istedi. Bunun üzerine haberci, Oidipus’un babası Polybos’un Korinthos’da öldüğünü, ve halkın kral olmasi için Oidipus’u beklediğini anlattı.

Iokaste bu haber üzerine çok sevinip, nedimelerine saraya gidip Oidipus’u çağırmalarını emretti. Ne de olsa, Oidipus vaktiyle, babasını öldürmekten korkup da memleketinden kaçmıştı ama bu gelişme, yani ihtiyarın doğal yollardan öldüğü haberi, kehanetin asılsız olduğunu bir kez daha vurguluyordu ona göre...

Oidipus geldiğinde, haberi ona da verdi. Artık korkmak için bir sebebi kalmadığını söyledi. Oidipus’un aklı ise hala kehanetin diğer kısmında, yani annesiyle evlenme konusundaydı...

Iokaste ile aralarında bu konuyu konuşurlarken, haberci de kulak misafiri oldu ve kafasına neyin takıldığını merak edip sordu. Oidipus, konuyu kısaca kendisine özetledi.

Bunun üzerine haberci, onun içini rahatlatacağını düşündüğü bilgiyi kendisine vermenin zamanının geldiğini düşündü....

Oidipus’un, Polybos ve Merope’nin kanından olmadığını söyledi. Hatta vaktiyle Oidipus’u o aileye verenin de kendisi olduğunu itiraf etti. O’nu, Kithairon’un ağaçlıklı vadileri arasında, ayaklarının uçları delinmiş ve bağlanmış bir vaziyette bulduğunu, onu kurtarıp hiç çocuk sahibi olamamış o aileye kendisinin teslim ettiğini ve Oidipus adının da bu hikayeden geldiğini anlattı... (oidipus, yunanca da şiş ayak – ayakları şiş adam anlamına geliyor)
Dahası onu ağaçlıklı yerde kendisinin bulmadığını, Laios’un bir kölesinin orada Oidipus’u kendisine teslim ettiğini açıkladı.

Buz kesme sırası Iokaste’de idi. Konuşmalar sırasında, söz konusu kölenin, gelip olayı aydınlatması için bekledikleri köle olduğu ortaya çıktı...
Artık Iokaste o kölenin gelmesini hiç mi hiç istemiyordu...

Bu konuda oracıkta Oidipus ile tartıştılar, Oidipus hala olayın/facianın farkında değildi ama Iokaste herşeyi anlamıştı...

Iokaste ağlayarak oradan uzaklaştı ve saraya girdi....


Baht dönüşü başladı

Beklenen köle geldi... Haberci sözünü ettiği (Oidipus’u ona veren çobanın kendisi olduğu) kölenin gelen kişinin ta kendisi olduğunu doğruladı, onu tanımıştı.

Sıra kölenin de haberciyi tanımasındaydı. Haberci, köleye geçmişi hatırlattı, Oidipus’un bulunmasını... Köle, panikledi, derhal susmasını istedi haberciden...Fakat Oidipus sinirlenip üzerine yürüyünce, söylenenlerin doğruluğunu kabul etmek zorunda kaldı. Ve o çocuğu, Laios’dan aldığını itiraf etti. Ve peşinden de sebep olarak gösterilen kehaneti anlattı... Bu kehanet tabi ki ,Oidipus’a söylenenin aynısıydı.

Ve Oidipus’a dedi ki :

Eğer sen onun bahsettiği çocuksan, insanların en talihsizi olduğunu bil...


Ve Oidipus dedi ki :

Eyvah! Eyvah! Herşey anlaşıldı. Ey Aydınlık! Bu seni son görüşüm olsun! Artık herkes bunu biliyor; annemin beni doğurmaması lazımken doğdum, evlenmemem gereken bir kadınla evlendim, öldürülmeyecek bir adamı öldürdüm!


Ve Oidipus saraya doğru koştu, gitti...

Bir süre sonra saraydan bir haberci geldi. Iokaste’nin öldüğünü bildirdi...
Koro başı, bunun nasıl olduğunu sordu haberciye...

Habercilerin tragedyalarda önemli bir görevi vardır... Seyircinin gözü önünde cereyan etmeyen olayları, en ince detayına kadar anlatırlar. Böylelikle, sahne canlandırıldığında oluşabilecek hayal gücü ve etki azalması ortadan kalkar. Haberciyi dinleyenler, duydukları ile, en trajik sanhneyi kafalarında yaratırlar.. (Haberci'yi oynayanlar hakkini vermelidirler)

Olayın nasıl olduğunu, habercinin ağzından dinleyelim.


Kendini öldürdü. Bu ölümü benim gibi gözlerinizle görmek felaketinden kurtuldunuz; ama sizlere gücüm yettiği kadar anlatınca kadıncağızın nasıl acı çektiğini anlayacaksınız... Çılgınca saraydan içeri girer girmez iki eliyle saçlarını yolarak yatak odasına koştu, arkasından hızla kapıları kapadı. Öleli aradan yıllar geçen Laios’u çağırıyor, ona, öz babasının kanını alan, anasından çocukları olan oğlunu hatırlatıyordu. Kocasının oğluyla yattığı, kendi öz çocuğundan çocuklar doğurduğu yatağın üzerinde acı acı ağlayıp sızlıyor; dövünüyordu. Sonra nasıl oldu bilmiyorum, Oidipus haykırarak içeri girdi. Kraliçenin ölümünü göremedim. Gözlerimizi, kendini kaybetmiş bir halde koşan Oidipus’un üzerinden ayıramıyorduk. Oraya buraya koşuyor, bir kılıç istiyor; karısının, hayır karısının değil, kendisini ve çocuklarını dünyaya getiren kadının nerede olduğunu soruyordu. Köpüren öfkesi içinde bir tanrı, bilmiyorum hangi tanrı, ona kraliçeyi gösterdi. Çünkü hiç birimiz ona kraliçenin bulunduğu yer göstermemiştik. O zaman müthiş bir çığlık kopardı, biri ona yol gösteriyormuş gibi çifte kanatlı kapıya atıldı; kapıyı rezeleri üzerinde döndürerek açtı, odanın içine daldı. Orada karısını asılmış bulduk; ip hala boğazını sıkıyordu. Zavallı adam bu manzara karşısında çığlıklar kopardı, karısını havada asılı tutan ipi çıkardı, zavallıcık yere düştü. İşte o zaman tüyler ürperten sahneler gördük : Oidipus, ölünün elbiselerinden altın iğneleri koparıp aldı, kendi göz çukurlarına batırdı.

Gözlerinin artık felaketleri görmeyeceğini haykırıyordu. “Karanlıkta artık bu gözler! Görmeyecek! Keşkehiç görmeseydiler! Herşeye rağmen tanıyabileceğim kimseleri artık tanımayacaklar!” diye bağırarak elleriyle göz kapaklarını kaldırıyor, iğneleri durmadan batırıp çıkarıyordu. Kan çanağına dönen gözlerinden boşanan kanlar çenesinden akıyordu. Yüzünden sanki kan damlaları değil, dolu halinde, kapkara bir kan sağanağı boşalıyordu. Bütün bu felaketleri yalnız biri değil, karı koca ikisi birden istediler. İkisi birden paylaştılar. Bir zamanlar köklü bir mutluluğa erişmişlerdi, bugün o mutluluğun yerini hıçkırıklar, yürekler acısı felaketler, ölüm aldı. Sözün kısası, felaket adı altında ne varsa hepsi burada toplandı...

Ve kapılar açıldı...

Ve Oidipus göründü...

Bakmaya dayanılamaz bir görüntüydü bu herkes için...

Oidipus,

“Ah benim kara bahtım, aah! Adımlarım beni böyle nereye götürüyor? Sesim nerelerde kayboluyor? Ey kaderim; nerelere attın kendini?”dedi.


Kreon geldi... Oidipus Kreon’dan af diledi. Kreon merhametli davrandı, onu saraya götürmelerini istedi...
Oidipus istemedi.
Sadece çocuklarının yanına gelmelerini istedi. Çocukları geldi. Oidipus onlara sarıldı...


Bir yardımcısının kollarında, Oidipus, Thebai’yi terkederken, dilinden şunlar döküldü :

” Ey Thebaililer, yurttaşlarım! Meşhur muammaları çözen Oidipus’un haline bakın. Onun mutluluğu hanginizi imrendirmemişti? Şimdi nasıl bir felaket girdabına sürüklendiğini görün. Bundan anlıyorsunuz ki, son gün gelmeden hayatın ne olduğu bilinmez. İnsan, ömrünün sonuna kadar dert görmediyse ancak o zaman mutlu yaşamış sayılır..."

5 yorum:

hindiba dedi ki...

Yunan klasiklerinin ve Shakespeare'nin her halini seviyorum. Kitaptan okumayı, sinemadaki uyarlamalarını ve tabii ki asıl imkan bulunursa sahnede izlemeyi... Sanki hiç eskimiyorlar. Anlattıkları hikaye ne olursa olsun; duygular, düşünceler, davranışlar bugün de yaşanabilecek kadar taze ve canlı. Bazen onları okuyunca çevremde olan biteni daha iyi anlayabildiğim hissine kapılırım hatta. Yazını da severek okudum, tek eksiğim bir kahveydi. Devamı gelir, değil mi?

B5 dedi ki...

Ne trajedi :(. Bunun o donemin seyircisi karsisinda nasil oynandigini sadece hayal edebilirim. Yine insan degismemis sanki. Milattan once, sonra.....

Tesekkurler yazdigin icin Demet.
Bununla ilgili meshur bir Ingres tablosunu gormustum. Hatta bu tablo uzerine bir baskasinin esimin cok sevdigi bir baska ressam tarafindan yapildigini da simdi ogrendim. Ona soylemeli. (Tablo Oedipus ve Sfenks diye geciyor)

(Su bilmece kisminin Oidipus'a ait oldugunu bilmiyordum)

ayçobanı dedi ki...

Seviyorum cok Yunan Mitolojisini!! Biliyordum Kral Oidipus'un hikayesini genel olarak ama uzunca, detaylica okumak zevk verdi :))

Demet dedi ki...

Evren, tesekkürler! Devami gelecek, evet :))

b5 ben de ilk tablodan habersizdim sayende ögrendim, tesekkürler!
Kac senesiydi hatirlamiyorum ben Efes Antik Tiyatroda yunanistandan gelen bir tiyatro grubunun sahneledigi bir Oidipus izlemistim sanirim ruhuna en uygun sahneleme ve sahne oydu/orasiydi hic unutamiyorum.

Ayca, tesekkürler. Okuma hevesi yaratmayacak kadar uzun oldu biliyorum ama birilerine keyif verecegini birilerine de yardimi dokunabilecegini düsündüm ve bu yüzden blogdan yayinladim.:)

funda dedi ki...

Ellerine sağlık demet .. dün geldim çok uzun diye rahat bi zamana erteledim. kahvemi aldım geldim ve bi solukta okudum bugün. saolasın. psikolojide oidipus karmaşası deniyor demek ki o oidipus bu oidipusmuş .oidipus karmaşası, erkek çocukların annesine tutkuyla bağlanması, paylaşamaması kendisini babasının yerine koyması olarak anlatılıyor. bir de tam tersi olan kız çocukların yaşadığı elektra karmaşası var. dip not olsun bunlarda ..sınavlarda çıkıyorlardı bunlar hatırımda kalmış :)